Dış Balkon İç Ses
Aslı Solakoğlu, öyküde üslubunu sürekli derinleştiriyor. Kendi sesi, soluğu, duruşu, öykülerin dokusundan bize hüzünle gülümsüyor. Sözcüklerini, gölgesiyle birlikte bir bisiklete bindiriyor Aslı; zamansız ölümlerin topraklarına yolcu ediyor. Cumartesi Anneleri'ni, anaları ziyarete gönderiyor. Bingöl'de “Hüseyin nerede? Bulun onu, kemiklerini sırtımda taşırım. Bulun onu!” diyen Fatma Ana'nın; Jodhpur'da öldürülmüş kocasının yasını, “Babam ölmez,” diyen oğluna miras bırakan bir ananın hikâyesini, hikâyelerimizi getiriyor bize. Türkiye'den Hindistan'a uzanan bir ağrının, insanlığın ortak acısının izini sürüyor. “Dünya sürekli mi gecede?” diye sorarken bir yandan Gandi, diğer yandan Sartre eşlik ediyor bu yolculuğa. “Kadın uçuyor, beyaz yazmasının boncuklu ucu ağzında, kucağında bir ayna. Beş vakit sonra evine dönüyor, zaman zamanın içinde kayboluyor. Yağmurlu bir bulutun altından izliyor hayatı, Hüseyin'i… Aynayı aşağı tutuyor, bir ağacın kökünden toprağa çıkıyor görüntüler. Aynayı evlerin çatısına tutuyor, bir pencerenin aralığından sızıyor sesler. Zaman kadının ağzına yerleşiyor, yazmasının ucunda büyüyor. Zaman kendine dönüyor. Beş vakit geçiyor. Fatma kadın kendini görüyor; elleri yumruk olmuş, kucağında ayna. Fatma kadın farkında, sesi gündüzü bölüyor, geceyi yırtıyor. Artık herkes kadın. Kadınlar ayna.” “Dünyanın uzak, o çok uzak ikliminde, Hindistan'da, asfaltsız yollarla çevrili o yüksek coğrafyada, ortanın kuzeyinde bir ormanın ışık almayan derinliklerinde, bir ağacın toprağını aşmış, yosun bağlamış kökünde, orda bir yerde, dünyanın gece olan karnında, bir adam, yüzü göğe doğru açan bir çiçek olurken ve ağzına yıldız ışıkları dolarken, kolları bedeninden uzakta, ağacın bir dalı gibi ona sarılmaya doğru açılmışken, ayakları, ayakları evrenin bilgisini yüklenmiş bir taş gibi yeryüzünden birkaç fersah aşağı çakılmışken, bir adamın, bir adamın son düşüncesi ne olur?”
- Açıklama
Aslı Solakoğlu, öyküde üslubunu sürekli derinleştiriyor. Kendi sesi, soluğu, duruşu, öykülerin dokusundan bize hüzünle gülümsüyor. Sözcüklerini, gölgesiyle birlikte bir bisiklete bindiriyor Aslı; zamansız ölümlerin topraklarına yolcu ediyor. Cumartesi Anneleri'ni, anaları ziyarete gönderiyor. Bingöl'de “Hüseyin nerede? Bulun onu, kemiklerini sırtımda taşırım. Bulun onu!” diyen Fatma Ana'nın; Jodhpur'da öldürülmüş kocasının yasını, “Babam ölmez,” diyen oğluna miras bırakan bir ananın hikâyesini, hikâyelerimizi getiriyor bize. Türkiye'den Hindistan'a uzanan bir ağrının, insanlığın ortak acısının izini sürüyor. “Dünya sürekli mi gecede?” diye sorarken bir yandan Gandi, diğer yandan Sartre eşlik ediyor bu yolculuğa. “Kadın uçuyor, beyaz yazmasının boncuklu ucu ağzında, kucağında bir ayna. Beş vakit sonra evine dönüyor, zaman zamanın içinde kayboluyor. Yağmurlu bir bulutun altından izliyor hayatı, Hüseyin'i… Aynayı aşağı tutuyor, bir ağacın kökünden toprağa çıkıyor görüntüler. Aynayı evlerin çatısına tutuyor, bir pencerenin aralığından sızıyor sesler. Zaman kadının ağzına yerleşiyor, yazmasının ucunda büyüyor. Zaman kendine dönüyor. Beş vakit geçiyor. Fatma kadın kendini görüyor; elleri yumruk olmuş, kucağında ayna. Fatma kadın farkında, sesi gündüzü bölüyor, geceyi yırtıyor. Artık herkes kadın. Kadınlar ayna.” “Dünyanın uzak, o çok uzak ikliminde, Hindistan'da, asfaltsız yollarla çevrili o yüksek coğrafyada, ortanın kuzeyinde bir ormanın ışık almayan derinliklerinde, bir ağacın toprağını aşmış, yosun bağlamış kökünde, orda bir yerde, dünyanın gece olan karnında, bir adam, yüzü göğe doğru açan bir çiçek olurken ve ağzına yıldız ışıkları dolarken, kolları bedeninden uzakta, ağacın bir dalı gibi ona sarılmaya doğru açılmışken, ayakları, ayakları evrenin bilgisini yüklenmiş bir taş gibi yeryüzünden birkaç fersah aşağı çakılmışken, bir adamın, bir adamın son düşüncesi ne olur?”
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.