Teknik Bilgiler
Stok Kodu
3000974100819
Boyut
135-195
Sayfa Sayısı
528
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Kapak Türü
Karton
Kağıt Türü
2. Hamur
Dili
Türkçe
3000974100819
398059
https://www.kitapburada.com/imparatorluga-veda-p398059.html
İmparatorluğa Veda
13.60
Bu kitap, "Ölürken bile güzel bir İmparatorluğa" vedâ edişimizdeki buruk ve hüzünlü bir macerayı hikaye eder.
Tarih ve devlet mantığı süzgecinden geçirirseniz, devletler tarihinin en geni? coğrafya sınırlarına ulaşan ve en uzun süreli imparatorluklarından birisini temsil eden Osmanlı Devletinin, kurageldiğimiz diğer devletler içinde çok ayrı bir vasfa sahip olduğu anlaşılır. Vatan anlayışı ve topraklan ile kılıç kudreti, adalet mefhumu ve Türklük şuurunun İslami ihtişamla kenetleniği ile bu vasıf, tarih ve devlet mantığının ayrı bir şiiriyetini ifade eder.
Hep söyleriz: Biz, ebedi bir devlet ve rejimin varlığına inanmıyoruz. Ebedi bir devlet var olmuş olsa idi, bugün Cumhurbaşkanlığı forsumuzdaki en büyük on alt? Türk Devletinin tarih sahnesinden çekilmemeleri icâb ederdi. O halde, tarih felsefesi ve mantığının şaşmaz kaidesine kulak vermekte isabet buluruz: Eğer ümmet değil millet ve şayet aşiret değil devlet isek, ki öyledir, o takdirde aslolan kavram, "Ebedi Millet ve Devlet kurabilme şuurudur." Sık sık söylenen "Devlet-Ebed-Müddet" karakterimizin manası budur. Bu manâ, sadece bize has bir güzelliktir ki, anlatılmak gerekir. Tarih tahassürler, heyecanlar, saplantılar ve varsayımlarla ne izah edilebilir, ne öğretilebilir ve ne de hedefine varabilir. Üstelik biliriz ki, geçmiş ihya değil, ancak hayâl olunabilir. Ne var ki, tarih bir maddi ve manevi değerler birikimidir. Coğrafya sınırlarının daralması, tarih şuur ve mefahirinin yokolmasına yol açmaz. Aksine geçmişin tahlili ile, yükseliş ve çöküş devrelerindeki sebep-netice zinciri halkalarının tesbiti; güzel, müreffeh, huzurlu ve bereketli bir geleceğin müjdelerini hazırlar. Bizim, hele Tanzimat'tan sonra ihmâlimiz, bu noktada çöreklenir.
..................
Devleti ve devlet hayatında mes'uliyet yüklenen insanlar? ve olaylan, tarafsız bir gözle incelemek gerektiğine inanıyoruz. Geçmiş, yaşadığımız günün değil, fakat kendi şartlannın içinde tahlil ve tenkide muhtaçtır. Aksine bir yorum tarzı, bugün daha hâlâ sıkıntısını çektiğimiz inkârcılığa ve bu inkârcılıktan doğabilecek sosyal ve fikri çalkantılara yol açar. Tarih ki, geçmişin tecrübelerinden doğan ışık gücü ile, geleceğin karanlıklarını aydınlatan ilimdir; kaynaktaki hesap ve teşhis yanlışı, geleceğin hata ve sıkıntılarında telâfisi zor sancılanışlara fırsat hazırlar. O halde geçmişi, aksiyonları ve kişileri ile hislenişlerden, kırgınlıklardan ve kızgınlıklardan uzak bir pertavsızla tahlilde isâbet buluruz. Bir inancımızı daha söylemeyi arzularız: Tarihe ve rakamlara kızılmaz derken, haklıyızdır. Ama söylemek gerekir, tarih kinIenmeyi de bilmez. Bu kitapta, l876'dan bu yana vedâ edegeldiğimiz İmparatorluğumuza karşı işlenen ihânet ve nankörlüklerimizi, gaflet ve cehaletimizi belgelerin dili ile ele alırken, artık tarihin sinesine çekilmiş kişiler hakkında yeniden hüküm getirmenin, hakkımız ve haddimiz dışında olduğuna inanıyoruz. Ancak son bağımsız ve asırlarca Türk-İslam âlemi varlığının çekirdeğini meydana getiren Devletimizin ebediyete akışında görev alacak nesilleri bu gerçekleri çekinmeden anlatmak, geçmişi tahlil etmek ve isret dersleri yakalamak doğru olur. Yoksa, o geçmiş üzerinde tesir icra etmiş kimseler hakkında kavgayı sürdürmek ve alevlendirmek, bugünkü yıpratıcı hırçınlıklarımıza ve devamına bir başka sebep ve kaynak teşkil eder. İçlerinde kendilerini devlet sananlar vardır. Aralarında, hayallerinin kurbanı olup rüyalarının faturasını bu aziz millete ve Devlete ödetmek isteyenler görülür. Kimi, Devleti şahsi servetinin artış vasıtası saymıştır, kimisi ihânet, gaflet ve cehaletinin çukurunda kaybolup gitmiştir. Bazısı ise, Devleti ve milleti herşeylerinden aziz bilip tevâzuun omuzunda ebedileşmiştir. Her olay ve insanı kendi çapında incelemek gerekir derken, bunu söylemek istiyorduk. Cumhuriyetimiz fazilettir, şerefimizdir ve varlığımızın teminâtıdır. Bünyesinde bizatihi bulunan bu vasıfları ispât edebilmek için geçmişteki devletimizi küçümseyip kötülemek fayda değil, zarar getirir. Mustafa Kemal isimli emsalsiz dehâ, asır üstü bir mucizedir ki, tarihin kendisini şerefler ve saadetlerle teyid edebilmesi için eski Devlet Reislerinin kötülenmesine muhtâç değildir. Devlet hayatının azamet, ihtişam, saygınlık, hata ve zaaflarını, tarihin tarafsız, ama aldanmayan hakim hüviyeti önünde ele almak, bunun için billurlaşmanın tek şartıdır.
Bu eser 1876 yılından, 1922 senesine kadar uzanan bir tarih kesimini ele alacaktır. Bu 46 yıllık devir, yağmalanış, çöküş ve o aziz imparatorluğumuza vedâ ediş süremizdir. Acılarla, hicranla, sancılarla, kan ve gözyaşları ile mühürlenmiş bir süre. Ne var ki, anlatacaklarımız ve yaşadıklarımız gerçektir. İmparatorluğumuzun, avuçlarımızın arasından ıslak bir sabun gibi eriyip ve kayışına şahit olmuşuzdur ki, tek kelime ile kahredicidir.
Osmanlı Devleti 1299 yılında kurulmuş. Tarihe resmen, 1 Kasım 1922 çarşamba günü intikal ettiğine ve çöktüğüne göre Devlet-İmparatorluk süresi tam 623 yıldır. O Devlet, kuruluşundan 230 yıl sonra Viyana'dadır. Bir millet ve devletin; başka ırk, başka dil, başka din ve başka bir kültür dünyasına, bu kadar kısa zaman içinde böylesine hâkim oluşuna tarih bir başka örnek göstermiyor. Ama, aynı tarih, o çınar İmparatorluğun 46 yıl içinde mahvoluşundaki sür'ate de, şahit olmuş değildir.
Devlet olarak zaâf ve gafletimizi böylesine bir açıklıkla anlatışımıza yüksünenler olacaktır. Hissedilen bu buruklukta aslında, tarihe karşı daha hâlâ, sıcak ve infial dolu bir ruh yapısına sahip oluşumuzun unsurları görülür. Millet olarak hata ve yıkılışın sancılı hikâyelerini dinlemek yerine, haşmetli günlerin masalları ile avunmak alışkanlığına müptelâyızdır. Oysa, eski vatan topraklarımızda bıraktığımız yüzbinlerce vatan evlâdımızın ve İlk Dünya Savaşı ile Milli Mücadelemizde harcadığımız Mehmetlerimizin, ağasız ve yavrusuz koyduğumuz analanmızın ve tazelerimizin, şu 46 yıllık felâketler zincirinin dile getireceği olaylardan artık ibret dersleri almamızı isteyişlerinde, mutlaka ve mutlaka hakları vardır.
...............
Üç kıt' aya kurşun gibi yaylanışımızın, fişek gibi dönüşünü yaşamışızdır. Bir de gözümüzü açmışızdır ki, Sakarya Irmağının gerisindedeyizdir. Türk milleti ile Mustafa Kemal'in, son varlığımız, huzurumuz ve gururumuz olan Cumhuriyetimiz ile kenetlendikleri harikulade mûcizenin infilâki, bu noktadadır. Amma, yaşadığımız bu felâketli yıkılışın sebeplerinin bilinmesi mutlaka şarttır. Biz Cumhuriyet olarak gökten zembille indirilmiş değilizdir. Cumhuriyet bir devlet felsefe ve terkibinin insanımız tarafından şuurlaştırılışının ifâdesidir. Osmanlı, nasıl Selçukluların devamı ise, Cumhuriyetimiz de, o 623 yıllık İmparatorluğun vârisidir. Onun kanını, ruhunu, mânâsını, fikriyatını, müesseselerini ve müktesebâtını taşır. Bugün, şerefler ve saadetlerle bezenmiş olan Cumhuriyetimiz, o son İmparatorluğumuzun çocuğudur.
Bazılarının sandıkları ve inandırmak istedikleri gibi, Devlet hayatı başlangıcımızı 1923 yılına çivilemek, bizi tarih gezegeninin dolaştığı boşlukta yalnızlığa ve çaresiz bir zaâfa mahkûm eder. Biz, son otuz yıldır dünya haritasında yer almış nev-zuhur devlet değilizdir. Zira Biz, nesebi sahih, ataları, mâzisi, ırkı ve dini belli bir Millet ve Devletiz. Şeceremizdeki bu şehrâyin güzelliği, bu bakımdan, bekamızın vazgeçilmez şartıdır. Ama, başka hiç bir milletin nail olamadığı bir vasfımıza da, dikkat ediniz. Osmanlı Devleti, Selçuklu son nefesini vermeden kurulur. Osmanlının 1922'deki tükenişinden önce, 23 Nisan 1920'de Anadolu'da, son Milli Devletimiz dünyaya gelir. Ebedi devlet yoktur ama, ebedi devlet olma şuuru vardır derken, anlatmak istediğimiz meramımız budur. Avusturya TV' si bizim için yaptığı program? "Osmanlı Devleti ölürken bile güzeldi" diyerek noktaladı. Eksiktir. Böylesine bir devamlılık şuuruna sahip olduğu içindir ki, "Osmanlılık", öldü sanılırken bile, bir başka velveleli dirilişi ispatlamıştır.
...............
Bu kitap Tercüman gazetesinde, günlük köşe yazılarımızın dışında, 1982 yılında yayınlanan ve altmış gün süren "İmparatorluğa Vedâ" dizi araştırmamızın ismini taşımaktadır. Binlerce ve binlerce mektupla bize cesaret veren ve eseri kitap olarak görmek isteyen dost ve okuyucularımızın şükranla dolu olduğumuz teşvik ve ilgileri, sanıyoruz ki bu kitaba da aynı adın verilmesinde büyük ağırlık payını dile getirir. Ancak bu eser sadece o dizinin çemberinde kalmamıştır. Yer darlığı münasebetiyle kullanamadığımız belgeler, hatıralar ve yazılan yeni bölümlerle birlikte kitaba ilave ettik. Böylece 1876'dan bu tarafa ve imparatorluğumuzun son gününe kadar yaşadığımız bütün savaşlan, bize müstehak kılınan siyasi yağma stratejilerini ve oyunlarını, bu eserde bir sütün olarak bulacaksınız.
...............
"İmparatorluğa Vedâ" hüzünlü bir maceranın anlatılışıdır. Neşeli olduğunu söyleyemeyiz. Ancak hüzündeki sebep üzerindeki örtü kaldırılırsa, gelecekte huzurlu ve mutlu bir neıeye sahip olmanın yolları bulunabilir. İnancımız budur.
Her eserimizde olduğu gibi, bu kitapta da "Histoire romancée" diye bilinen "Tarihi hikâye" üslûbunu kullanacağız. Belgelerimizi bu mayanın içinde vereceğiz. Katı bir kronolojik sıraya riâyet etmeyeceğiz. Belirli bir tarih kesiminden bahsederken, tarihteki tekerrür vâkıasının mesajlarını, hissî bir zaafa düşmeden yakalayabilmek için bazen geriye ve kâh ileriye dönerek ve atlayarak vermeyi deneyeceğiz. Konunun akışı içinde, bazı sahifelere Osmanlı tarihinden ibret sahneleri ile, Tercüman' daki köşemizde zaman zaman yayınladığımız belgelenmiş şehâdet manzaraları ile bazı bağlantı konularını müstakil çerçeveler içinde serpiştirmeyi de uygun bulduk. Bir tarihçinin ve bizim gibi tarihine ve Türkçe'nin harikûlâdeliğine amansız bir sevda ile vurgun bir araştırmacının, kendisini çemberlemiş olan müktesebâtın baskısından kurtulmasıkolay değildir. Buna rağmen, eser okundukça görülecektir ki, olayların, belgelerin yorum ve mesajının verilmesinde tarih nâmusuna müsâmahasız bir şekilde bağlı kalmaya çalışmışızdır.
Eserin akışı içinde, bizde pek alışılmamış bir denemenin sizleri şaşırtmaması dileği içindeyiz. Tercüman gazetesinde çıkan günlük "Tarihten bugüne" fıkralarından bazılarını ayrı bir harf karakterinde ve herbiri müstakil sahifeler halinde vermek istedik. Böylece konulann akışının dışında, amma "İmparatorluğa Vedâ" ile içiçe olduğuna inandığımız bazı sahneleri birer tablo hâlinde okumuş olacaksınız.
Bir kitap yazan, nefsinde nice doğum sancılarını soluklanır, yaşayan bilir. Ne var ki "İmparatorluğa Vedâ" bugün elinize gelebildi ise, bu azâbı bizimle birlikte paylaşan, heyecanını soluklanan iki büyük dosta, iki imân ve milli ve manevi şuur sahibi kardeşe ve matematik formasyonlarının sırrında, manevi tekamülün esrarını kucaklayan yüksek mimar Güner Topuz ve Aydın Yüksel'e teşekkür edebilmek için lûgatımızda boşuna kelime aramış olduk.
Şimdi bu noktadan itibaren söz bizim, hüküm sizlerindir. Hatâlanmız vardır ki, bağışlansın dileriz. Zira, tarih hedefinin güzelliklerine, ancak kızmadan ve kırılmadan, Devlet sevgi ve neşesi ile dolu bir kalple yapılan tenkidlerle varılabileceğini, mâzimize sevdamız kadar iyi biliriz.
İlhan BARDAKÇI
Tarih ve devlet mantığı süzgecinden geçirirseniz, devletler tarihinin en geni? coğrafya sınırlarına ulaşan ve en uzun süreli imparatorluklarından birisini temsil eden Osmanlı Devletinin, kurageldiğimiz diğer devletler içinde çok ayrı bir vasfa sahip olduğu anlaşılır. Vatan anlayışı ve topraklan ile kılıç kudreti, adalet mefhumu ve Türklük şuurunun İslami ihtişamla kenetleniği ile bu vasıf, tarih ve devlet mantığının ayrı bir şiiriyetini ifade eder.
Hep söyleriz: Biz, ebedi bir devlet ve rejimin varlığına inanmıyoruz. Ebedi bir devlet var olmuş olsa idi, bugün Cumhurbaşkanlığı forsumuzdaki en büyük on alt? Türk Devletinin tarih sahnesinden çekilmemeleri icâb ederdi. O halde, tarih felsefesi ve mantığının şaşmaz kaidesine kulak vermekte isabet buluruz: Eğer ümmet değil millet ve şayet aşiret değil devlet isek, ki öyledir, o takdirde aslolan kavram, "Ebedi Millet ve Devlet kurabilme şuurudur." Sık sık söylenen "Devlet-Ebed-Müddet" karakterimizin manası budur. Bu manâ, sadece bize has bir güzelliktir ki, anlatılmak gerekir. Tarih tahassürler, heyecanlar, saplantılar ve varsayımlarla ne izah edilebilir, ne öğretilebilir ve ne de hedefine varabilir. Üstelik biliriz ki, geçmiş ihya değil, ancak hayâl olunabilir. Ne var ki, tarih bir maddi ve manevi değerler birikimidir. Coğrafya sınırlarının daralması, tarih şuur ve mefahirinin yokolmasına yol açmaz. Aksine geçmişin tahlili ile, yükseliş ve çöküş devrelerindeki sebep-netice zinciri halkalarının tesbiti; güzel, müreffeh, huzurlu ve bereketli bir geleceğin müjdelerini hazırlar. Bizim, hele Tanzimat'tan sonra ihmâlimiz, bu noktada çöreklenir.
..................
Devleti ve devlet hayatında mes'uliyet yüklenen insanlar? ve olaylan, tarafsız bir gözle incelemek gerektiğine inanıyoruz. Geçmiş, yaşadığımız günün değil, fakat kendi şartlannın içinde tahlil ve tenkide muhtaçtır. Aksine bir yorum tarzı, bugün daha hâlâ sıkıntısını çektiğimiz inkârcılığa ve bu inkârcılıktan doğabilecek sosyal ve fikri çalkantılara yol açar. Tarih ki, geçmişin tecrübelerinden doğan ışık gücü ile, geleceğin karanlıklarını aydınlatan ilimdir; kaynaktaki hesap ve teşhis yanlışı, geleceğin hata ve sıkıntılarında telâfisi zor sancılanışlara fırsat hazırlar. O halde geçmişi, aksiyonları ve kişileri ile hislenişlerden, kırgınlıklardan ve kızgınlıklardan uzak bir pertavsızla tahlilde isâbet buluruz. Bir inancımızı daha söylemeyi arzularız: Tarihe ve rakamlara kızılmaz derken, haklıyızdır. Ama söylemek gerekir, tarih kinIenmeyi de bilmez. Bu kitapta, l876'dan bu yana vedâ edegeldiğimiz İmparatorluğumuza karşı işlenen ihânet ve nankörlüklerimizi, gaflet ve cehaletimizi belgelerin dili ile ele alırken, artık tarihin sinesine çekilmiş kişiler hakkında yeniden hüküm getirmenin, hakkımız ve haddimiz dışında olduğuna inanıyoruz. Ancak son bağımsız ve asırlarca Türk-İslam âlemi varlığının çekirdeğini meydana getiren Devletimizin ebediyete akışında görev alacak nesilleri bu gerçekleri çekinmeden anlatmak, geçmişi tahlil etmek ve isret dersleri yakalamak doğru olur. Yoksa, o geçmiş üzerinde tesir icra etmiş kimseler hakkında kavgayı sürdürmek ve alevlendirmek, bugünkü yıpratıcı hırçınlıklarımıza ve devamına bir başka sebep ve kaynak teşkil eder. İçlerinde kendilerini devlet sananlar vardır. Aralarında, hayallerinin kurbanı olup rüyalarının faturasını bu aziz millete ve Devlete ödetmek isteyenler görülür. Kimi, Devleti şahsi servetinin artış vasıtası saymıştır, kimisi ihânet, gaflet ve cehaletinin çukurunda kaybolup gitmiştir. Bazısı ise, Devleti ve milleti herşeylerinden aziz bilip tevâzuun omuzunda ebedileşmiştir. Her olay ve insanı kendi çapında incelemek gerekir derken, bunu söylemek istiyorduk. Cumhuriyetimiz fazilettir, şerefimizdir ve varlığımızın teminâtıdır. Bünyesinde bizatihi bulunan bu vasıfları ispât edebilmek için geçmişteki devletimizi küçümseyip kötülemek fayda değil, zarar getirir. Mustafa Kemal isimli emsalsiz dehâ, asır üstü bir mucizedir ki, tarihin kendisini şerefler ve saadetlerle teyid edebilmesi için eski Devlet Reislerinin kötülenmesine muhtâç değildir. Devlet hayatının azamet, ihtişam, saygınlık, hata ve zaaflarını, tarihin tarafsız, ama aldanmayan hakim hüviyeti önünde ele almak, bunun için billurlaşmanın tek şartıdır.
Bu eser 1876 yılından, 1922 senesine kadar uzanan bir tarih kesimini ele alacaktır. Bu 46 yıllık devir, yağmalanış, çöküş ve o aziz imparatorluğumuza vedâ ediş süremizdir. Acılarla, hicranla, sancılarla, kan ve gözyaşları ile mühürlenmiş bir süre. Ne var ki, anlatacaklarımız ve yaşadıklarımız gerçektir. İmparatorluğumuzun, avuçlarımızın arasından ıslak bir sabun gibi eriyip ve kayışına şahit olmuşuzdur ki, tek kelime ile kahredicidir.
Osmanlı Devleti 1299 yılında kurulmuş. Tarihe resmen, 1 Kasım 1922 çarşamba günü intikal ettiğine ve çöktüğüne göre Devlet-İmparatorluk süresi tam 623 yıldır. O Devlet, kuruluşundan 230 yıl sonra Viyana'dadır. Bir millet ve devletin; başka ırk, başka dil, başka din ve başka bir kültür dünyasına, bu kadar kısa zaman içinde böylesine hâkim oluşuna tarih bir başka örnek göstermiyor. Ama, aynı tarih, o çınar İmparatorluğun 46 yıl içinde mahvoluşundaki sür'ate de, şahit olmuş değildir.
Devlet olarak zaâf ve gafletimizi böylesine bir açıklıkla anlatışımıza yüksünenler olacaktır. Hissedilen bu buruklukta aslında, tarihe karşı daha hâlâ, sıcak ve infial dolu bir ruh yapısına sahip oluşumuzun unsurları görülür. Millet olarak hata ve yıkılışın sancılı hikâyelerini dinlemek yerine, haşmetli günlerin masalları ile avunmak alışkanlığına müptelâyızdır. Oysa, eski vatan topraklarımızda bıraktığımız yüzbinlerce vatan evlâdımızın ve İlk Dünya Savaşı ile Milli Mücadelemizde harcadığımız Mehmetlerimizin, ağasız ve yavrusuz koyduğumuz analanmızın ve tazelerimizin, şu 46 yıllık felâketler zincirinin dile getireceği olaylardan artık ibret dersleri almamızı isteyişlerinde, mutlaka ve mutlaka hakları vardır.
...............
Üç kıt' aya kurşun gibi yaylanışımızın, fişek gibi dönüşünü yaşamışızdır. Bir de gözümüzü açmışızdır ki, Sakarya Irmağının gerisindedeyizdir. Türk milleti ile Mustafa Kemal'in, son varlığımız, huzurumuz ve gururumuz olan Cumhuriyetimiz ile kenetlendikleri harikulade mûcizenin infilâki, bu noktadadır. Amma, yaşadığımız bu felâketli yıkılışın sebeplerinin bilinmesi mutlaka şarttır. Biz Cumhuriyet olarak gökten zembille indirilmiş değilizdir. Cumhuriyet bir devlet felsefe ve terkibinin insanımız tarafından şuurlaştırılışının ifâdesidir. Osmanlı, nasıl Selçukluların devamı ise, Cumhuriyetimiz de, o 623 yıllık İmparatorluğun vârisidir. Onun kanını, ruhunu, mânâsını, fikriyatını, müesseselerini ve müktesebâtını taşır. Bugün, şerefler ve saadetlerle bezenmiş olan Cumhuriyetimiz, o son İmparatorluğumuzun çocuğudur.
Bazılarının sandıkları ve inandırmak istedikleri gibi, Devlet hayatı başlangıcımızı 1923 yılına çivilemek, bizi tarih gezegeninin dolaştığı boşlukta yalnızlığa ve çaresiz bir zaâfa mahkûm eder. Biz, son otuz yıldır dünya haritasında yer almış nev-zuhur devlet değilizdir. Zira Biz, nesebi sahih, ataları, mâzisi, ırkı ve dini belli bir Millet ve Devletiz. Şeceremizdeki bu şehrâyin güzelliği, bu bakımdan, bekamızın vazgeçilmez şartıdır. Ama, başka hiç bir milletin nail olamadığı bir vasfımıza da, dikkat ediniz. Osmanlı Devleti, Selçuklu son nefesini vermeden kurulur. Osmanlının 1922'deki tükenişinden önce, 23 Nisan 1920'de Anadolu'da, son Milli Devletimiz dünyaya gelir. Ebedi devlet yoktur ama, ebedi devlet olma şuuru vardır derken, anlatmak istediğimiz meramımız budur. Avusturya TV' si bizim için yaptığı program? "Osmanlı Devleti ölürken bile güzeldi" diyerek noktaladı. Eksiktir. Böylesine bir devamlılık şuuruna sahip olduğu içindir ki, "Osmanlılık", öldü sanılırken bile, bir başka velveleli dirilişi ispatlamıştır.
...............
Bu kitap Tercüman gazetesinde, günlük köşe yazılarımızın dışında, 1982 yılında yayınlanan ve altmış gün süren "İmparatorluğa Vedâ" dizi araştırmamızın ismini taşımaktadır. Binlerce ve binlerce mektupla bize cesaret veren ve eseri kitap olarak görmek isteyen dost ve okuyucularımızın şükranla dolu olduğumuz teşvik ve ilgileri, sanıyoruz ki bu kitaba da aynı adın verilmesinde büyük ağırlık payını dile getirir. Ancak bu eser sadece o dizinin çemberinde kalmamıştır. Yer darlığı münasebetiyle kullanamadığımız belgeler, hatıralar ve yazılan yeni bölümlerle birlikte kitaba ilave ettik. Böylece 1876'dan bu tarafa ve imparatorluğumuzun son gününe kadar yaşadığımız bütün savaşlan, bize müstehak kılınan siyasi yağma stratejilerini ve oyunlarını, bu eserde bir sütün olarak bulacaksınız.
...............
"İmparatorluğa Vedâ" hüzünlü bir maceranın anlatılışıdır. Neşeli olduğunu söyleyemeyiz. Ancak hüzündeki sebep üzerindeki örtü kaldırılırsa, gelecekte huzurlu ve mutlu bir neıeye sahip olmanın yolları bulunabilir. İnancımız budur.
Her eserimizde olduğu gibi, bu kitapta da "Histoire romancée" diye bilinen "Tarihi hikâye" üslûbunu kullanacağız. Belgelerimizi bu mayanın içinde vereceğiz. Katı bir kronolojik sıraya riâyet etmeyeceğiz. Belirli bir tarih kesiminden bahsederken, tarihteki tekerrür vâkıasının mesajlarını, hissî bir zaafa düşmeden yakalayabilmek için bazen geriye ve kâh ileriye dönerek ve atlayarak vermeyi deneyeceğiz. Konunun akışı içinde, bazı sahifelere Osmanlı tarihinden ibret sahneleri ile, Tercüman' daki köşemizde zaman zaman yayınladığımız belgelenmiş şehâdet manzaraları ile bazı bağlantı konularını müstakil çerçeveler içinde serpiştirmeyi de uygun bulduk. Bir tarihçinin ve bizim gibi tarihine ve Türkçe'nin harikûlâdeliğine amansız bir sevda ile vurgun bir araştırmacının, kendisini çemberlemiş olan müktesebâtın baskısından kurtulmasıkolay değildir. Buna rağmen, eser okundukça görülecektir ki, olayların, belgelerin yorum ve mesajının verilmesinde tarih nâmusuna müsâmahasız bir şekilde bağlı kalmaya çalışmışızdır.
Eserin akışı içinde, bizde pek alışılmamış bir denemenin sizleri şaşırtmaması dileği içindeyiz. Tercüman gazetesinde çıkan günlük "Tarihten bugüne" fıkralarından bazılarını ayrı bir harf karakterinde ve herbiri müstakil sahifeler halinde vermek istedik. Böylece konulann akışının dışında, amma "İmparatorluğa Vedâ" ile içiçe olduğuna inandığımız bazı sahneleri birer tablo hâlinde okumuş olacaksınız.
Bir kitap yazan, nefsinde nice doğum sancılarını soluklanır, yaşayan bilir. Ne var ki "İmparatorluğa Vedâ" bugün elinize gelebildi ise, bu azâbı bizimle birlikte paylaşan, heyecanını soluklanan iki büyük dosta, iki imân ve milli ve manevi şuur sahibi kardeşe ve matematik formasyonlarının sırrında, manevi tekamülün esrarını kucaklayan yüksek mimar Güner Topuz ve Aydın Yüksel'e teşekkür edebilmek için lûgatımızda boşuna kelime aramış olduk.
Şimdi bu noktadan itibaren söz bizim, hüküm sizlerindir. Hatâlanmız vardır ki, bağışlansın dileriz. Zira, tarih hedefinin güzelliklerine, ancak kızmadan ve kırılmadan, Devlet sevgi ve neşesi ile dolu bir kalple yapılan tenkidlerle varılabileceğini, mâzimize sevdamız kadar iyi biliriz.
İlhan BARDAKÇI
- Açıklama
- Bu kitap, "Ölürken bile güzel bir İmparatorluğa" vedâ edişimizdeki buruk ve hüzünlü bir macerayı hikaye eder.
Tarih ve devlet mantığı süzgecinden geçirirseniz, devletler tarihinin en geni? coğrafya sınırlarına ulaşan ve en uzun süreli imparatorluklarından birisini temsil eden Osmanlı Devletinin, kurageldiğimiz diğer devletler içinde çok ayrı bir vasfa sahip olduğu anlaşılır. Vatan anlayışı ve topraklan ile kılıç kudreti, adalet mefhumu ve Türklük şuurunun İslami ihtişamla kenetleniği ile bu vasıf, tarih ve devlet mantığının ayrı bir şiiriyetini ifade eder.
Hep söyleriz: Biz, ebedi bir devlet ve rejimin varlığına inanmıyoruz. Ebedi bir devlet var olmuş olsa idi, bugün Cumhurbaşkanlığı forsumuzdaki en büyük on alt? Türk Devletinin tarih sahnesinden çekilmemeleri icâb ederdi. O halde, tarih felsefesi ve mantığının şaşmaz kaidesine kulak vermekte isabet buluruz: Eğer ümmet değil millet ve şayet aşiret değil devlet isek, ki öyledir, o takdirde aslolan kavram, "Ebedi Millet ve Devlet kurabilme şuurudur." Sık sık söylenen "Devlet-Ebed-Müddet" karakterimizin manası budur. Bu manâ, sadece bize has bir güzelliktir ki, anlatılmak gerekir. Tarih tahassürler, heyecanlar, saplantılar ve varsayımlarla ne izah edilebilir, ne öğretilebilir ve ne de hedefine varabilir. Üstelik biliriz ki, geçmiş ihya değil, ancak hayâl olunabilir. Ne var ki, tarih bir maddi ve manevi değerler birikimidir. Coğrafya sınırlarının daralması, tarih şuur ve mefahirinin yokolmasına yol açmaz. Aksine geçmişin tahlili ile, yükseliş ve çöküş devrelerindeki sebep-netice zinciri halkalarının tesbiti; güzel, müreffeh, huzurlu ve bereketli bir geleceğin müjdelerini hazırlar. Bizim, hele Tanzimat'tan sonra ihmâlimiz, bu noktada çöreklenir.
..................
Devleti ve devlet hayatında mes'uliyet yüklenen insanlar? ve olaylan, tarafsız bir gözle incelemek gerektiğine inanıyoruz. Geçmiş, yaşadığımız günün değil, fakat kendi şartlannın içinde tahlil ve tenkide muhtaçtır. Aksine bir yorum tarzı, bugün daha hâlâ sıkıntısını çektiğimiz inkârcılığa ve bu inkârcılıktan doğabilecek sosyal ve fikri çalkantılara yol açar. Tarih ki, geçmişin tecrübelerinden doğan ışık gücü ile, geleceğin karanlıklarını aydınlatan ilimdir; kaynaktaki hesap ve teşhis yanlışı, geleceğin hata ve sıkıntılarında telâfisi zor sancılanışlara fırsat hazırlar. O halde geçmişi, aksiyonları ve kişileri ile hislenişlerden, kırgınlıklardan ve kızgınlıklardan uzak bir pertavsızla tahlilde isâbet buluruz. Bir inancımızı daha söylemeyi arzularız: Tarihe ve rakamlara kızılmaz derken, haklıyızdır. Ama söylemek gerekir, tarih kinIenmeyi de bilmez. Bu kitapta, l876'dan bu yana vedâ edegeldiğimiz İmparatorluğumuza karşı işlenen ihânet ve nankörlüklerimizi, gaflet ve cehaletimizi belgelerin dili ile ele alırken, artık tarihin sinesine çekilmiş kişiler hakkında yeniden hüküm getirmenin, hakkımız ve haddimiz dışında olduğuna inanıyoruz. Ancak son bağımsız ve asırlarca Türk-İslam âlemi varlığının çekirdeğini meydana getiren Devletimizin ebediyete akışında görev alacak nesilleri bu gerçekleri çekinmeden anlatmak, geçmişi tahlil etmek ve isret dersleri yakalamak doğru olur. Yoksa, o geçmiş üzerinde tesir icra etmiş kimseler hakkında kavgayı sürdürmek ve alevlendirmek, bugünkü yıpratıcı hırçınlıklarımıza ve devamına bir başka sebep ve kaynak teşkil eder. İçlerinde kendilerini devlet sananlar vardır. Aralarında, hayallerinin kurbanı olup rüyalarının faturasını bu aziz millete ve Devlete ödetmek isteyenler görülür. Kimi, Devleti şahsi servetinin artış vasıtası saymıştır, kimisi ihânet, gaflet ve cehaletinin çukurunda kaybolup gitmiştir. Bazısı ise, Devleti ve milleti herşeylerinden aziz bilip tevâzuun omuzunda ebedileşmiştir. Her olay ve insanı kendi çapında incelemek gerekir derken, bunu söylemek istiyorduk. Cumhuriyetimiz fazilettir, şerefimizdir ve varlığımızın teminâtıdır. Bünyesinde bizatihi bulunan bu vasıfları ispât edebilmek için geçmişteki devletimizi küçümseyip kötülemek fayda değil, zarar getirir. Mustafa Kemal isimli emsalsiz dehâ, asır üstü bir mucizedir ki, tarihin kendisini şerefler ve saadetlerle teyid edebilmesi için eski Devlet Reislerinin kötülenmesine muhtâç değildir. Devlet hayatının azamet, ihtişam, saygınlık, hata ve zaaflarını, tarihin tarafsız, ama aldanmayan hakim hüviyeti önünde ele almak, bunun için billurlaşmanın tek şartıdır.
Bu eser 1876 yılından, 1922 senesine kadar uzanan bir tarih kesimini ele alacaktır. Bu 46 yıllık devir, yağmalanış, çöküş ve o aziz imparatorluğumuza vedâ ediş süremizdir. Acılarla, hicranla, sancılarla, kan ve gözyaşları ile mühürlenmiş bir süre. Ne var ki, anlatacaklarımız ve yaşadıklarımız gerçektir. İmparatorluğumuzun, avuçlarımızın arasından ıslak bir sabun gibi eriyip ve kayışına şahit olmuşuzdur ki, tek kelime ile kahredicidir.
Osmanlı Devleti 1299 yılında kurulmuş. Tarihe resmen, 1 Kasım 1922 çarşamba günü intikal ettiğine ve çöktüğüne göre Devlet-İmparatorluk süresi tam 623 yıldır. O Devlet, kuruluşundan 230 yıl sonra Viyana'dadır. Bir millet ve devletin; başka ırk, başka dil, başka din ve başka bir kültür dünyasına, bu kadar kısa zaman içinde böylesine hâkim oluşuna tarih bir başka örnek göstermiyor. Ama, aynı tarih, o çınar İmparatorluğun 46 yıl içinde mahvoluşundaki sür'ate de, şahit olmuş değildir.
Devlet olarak zaâf ve gafletimizi böylesine bir açıklıkla anlatışımıza yüksünenler olacaktır. Hissedilen bu buruklukta aslında, tarihe karşı daha hâlâ, sıcak ve infial dolu bir ruh yapısına sahip oluşumuzun unsurları görülür. Millet olarak hata ve yıkılışın sancılı hikâyelerini dinlemek yerine, haşmetli günlerin masalları ile avunmak alışkanlığına müptelâyızdır. Oysa, eski vatan topraklarımızda bıraktığımız yüzbinlerce vatan evlâdımızın ve İlk Dünya Savaşı ile Milli Mücadelemizde harcadığımız Mehmetlerimizin, ağasız ve yavrusuz koyduğumuz analanmızın ve tazelerimizin, şu 46 yıllık felâketler zincirinin dile getireceği olaylardan artık ibret dersleri almamızı isteyişlerinde, mutlaka ve mutlaka hakları vardır.
...............
Üç kıt' aya kurşun gibi yaylanışımızın, fişek gibi dönüşünü yaşamışızdır. Bir de gözümüzü açmışızdır ki, Sakarya Irmağının gerisindedeyizdir. Türk milleti ile Mustafa Kemal'in, son varlığımız, huzurumuz ve gururumuz olan Cumhuriyetimiz ile kenetlendikleri harikulade mûcizenin infilâki, bu noktadadır. Amma, yaşadığımız bu felâketli yıkılışın sebeplerinin bilinmesi mutlaka şarttır. Biz Cumhuriyet olarak gökten zembille indirilmiş değilizdir. Cumhuriyet bir devlet felsefe ve terkibinin insanımız tarafından şuurlaştırılışının ifâdesidir. Osmanlı, nasıl Selçukluların devamı ise, Cumhuriyetimiz de, o 623 yıllık İmparatorluğun vârisidir. Onun kanını, ruhunu, mânâsını, fikriyatını, müesseselerini ve müktesebâtını taşır. Bugün, şerefler ve saadetlerle bezenmiş olan Cumhuriyetimiz, o son İmparatorluğumuzun çocuğudur.
Bazılarının sandıkları ve inandırmak istedikleri gibi, Devlet hayatı başlangıcımızı 1923 yılına çivilemek, bizi tarih gezegeninin dolaştığı boşlukta yalnızlığa ve çaresiz bir zaâfa mahkûm eder. Biz, son otuz yıldır dünya haritasında yer almış nev-zuhur devlet değilizdir. Zira Biz, nesebi sahih, ataları, mâzisi, ırkı ve dini belli bir Millet ve Devletiz. Şeceremizdeki bu şehrâyin güzelliği, bu bakımdan, bekamızın vazgeçilmez şartıdır. Ama, başka hiç bir milletin nail olamadığı bir vasfımıza da, dikkat ediniz. Osmanlı Devleti, Selçuklu son nefesini vermeden kurulur. Osmanlının 1922'deki tükenişinden önce, 23 Nisan 1920'de Anadolu'da, son Milli Devletimiz dünyaya gelir. Ebedi devlet yoktur ama, ebedi devlet olma şuuru vardır derken, anlatmak istediğimiz meramımız budur. Avusturya TV' si bizim için yaptığı program? "Osmanlı Devleti ölürken bile güzeldi" diyerek noktaladı. Eksiktir. Böylesine bir devamlılık şuuruna sahip olduğu içindir ki, "Osmanlılık", öldü sanılırken bile, bir başka velveleli dirilişi ispatlamıştır.
...............
Bu kitap Tercüman gazetesinde, günlük köşe yazılarımızın dışında, 1982 yılında yayınlanan ve altmış gün süren "İmparatorluğa Vedâ" dizi araştırmamızın ismini taşımaktadır. Binlerce ve binlerce mektupla bize cesaret veren ve eseri kitap olarak görmek isteyen dost ve okuyucularımızın şükranla dolu olduğumuz teşvik ve ilgileri, sanıyoruz ki bu kitaba da aynı adın verilmesinde büyük ağırlık payını dile getirir. Ancak bu eser sadece o dizinin çemberinde kalmamıştır. Yer darlığı münasebetiyle kullanamadığımız belgeler, hatıralar ve yazılan yeni bölümlerle birlikte kitaba ilave ettik. Böylece 1876'dan bu tarafa ve imparatorluğumuzun son gününe kadar yaşadığımız bütün savaşlan, bize müstehak kılınan siyasi yağma stratejilerini ve oyunlarını, bu eserde bir sütün olarak bulacaksınız.
...............
"İmparatorluğa Vedâ" hüzünlü bir maceranın anlatılışıdır. Neşeli olduğunu söyleyemeyiz. Ancak hüzündeki sebep üzerindeki örtü kaldırılırsa, gelecekte huzurlu ve mutlu bir neıeye sahip olmanın yolları bulunabilir. İnancımız budur.
Her eserimizde olduğu gibi, bu kitapta da "Histoire romancée" diye bilinen "Tarihi hikâye" üslûbunu kullanacağız. Belgelerimizi bu mayanın içinde vereceğiz. Katı bir kronolojik sıraya riâyet etmeyeceğiz. Belirli bir tarih kesiminden bahsederken, tarihteki tekerrür vâkıasının mesajlarını, hissî bir zaafa düşmeden yakalayabilmek için bazen geriye ve kâh ileriye dönerek ve atlayarak vermeyi deneyeceğiz. Konunun akışı içinde, bazı sahifelere Osmanlı tarihinden ibret sahneleri ile, Tercüman' daki köşemizde zaman zaman yayınladığımız belgelenmiş şehâdet manzaraları ile bazı bağlantı konularını müstakil çerçeveler içinde serpiştirmeyi de uygun bulduk. Bir tarihçinin ve bizim gibi tarihine ve Türkçe'nin harikûlâdeliğine amansız bir sevda ile vurgun bir araştırmacının, kendisini çemberlemiş olan müktesebâtın baskısından kurtulmasıkolay değildir. Buna rağmen, eser okundukça görülecektir ki, olayların, belgelerin yorum ve mesajının verilmesinde tarih nâmusuna müsâmahasız bir şekilde bağlı kalmaya çalışmışızdır.
Eserin akışı içinde, bizde pek alışılmamış bir denemenin sizleri şaşırtmaması dileği içindeyiz. Tercüman gazetesinde çıkan günlük "Tarihten bugüne" fıkralarından bazılarını ayrı bir harf karakterinde ve herbiri müstakil sahifeler halinde vermek istedik. Böylece konulann akışının dışında, amma "İmparatorluğa Vedâ" ile içiçe olduğuna inandığımız bazı sahneleri birer tablo hâlinde okumuş olacaksınız.
Bir kitap yazan, nefsinde nice doğum sancılarını soluklanır, yaşayan bilir. Ne var ki "İmparatorluğa Vedâ" bugün elinize gelebildi ise, bu azâbı bizimle birlikte paylaşan, heyecanını soluklanan iki büyük dosta, iki imân ve milli ve manevi şuur sahibi kardeşe ve matematik formasyonlarının sırrında, manevi tekamülün esrarını kucaklayan yüksek mimar Güner Topuz ve Aydın Yüksel'e teşekkür edebilmek için lûgatımızda boşuna kelime aramış olduk.
Şimdi bu noktadan itibaren söz bizim, hüküm sizlerindir. Hatâlanmız vardır ki, bağışlansın dileriz. Zira, tarih hedefinin güzelliklerine, ancak kızmadan ve kırılmadan, Devlet sevgi ve neşesi ile dolu bir kalple yapılan tenkidlerle varılabileceğini, mâzimize sevdamız kadar iyi biliriz.
İlhan BARDAKÇI
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.