100 Soruda Felsefe ve Hukuk Felsefesi
Bazen gözümüz yaşlanır, geçmiş aklımıza gelir. Küçüklük hatıraları istesekte çok uzaktır. "Kardeşime bisikletimi istediğinde verseydim, anneme ne olursa olsun kızmasaydım o gün, yemeğe zamanında inseydim, dedemle, amcamla daha fazla vakit geçirseydim keşke" diye iç geçiririz. Bu acı hal istememize karşın aklımızdan bir türlü çıkmaz. Bu üzüntü durumuna bir türlü anlam veremeyiz, bunun akli bir izâhı yoktur. Küçük kızımızın ya da oğlumuzun yere düşüp ağladığı an, az sonra gireceğiniz lokantanın önünde bekleyen bir dilencinin gözleri, iş yoğunluğu bahanesi ile umursamadığınız bir arkadaşımız ya da çok istemesine rağmen satış fiyatının yüksek olması nedeni ile kızına istediği oyuncağı alamayan annenin kızıyla gitmesi, haber bültenlerinde bayramda kaybolan güzel gözlü kız çocuklarının bir anlık fotoğrafı bize vicdanı her an hatırlatır. Bunlar birer pişmanlık alametleri değildir. Başka alanlarda da benzer duyguları görmemiz mümkündür. Duruşmada tanık ne yapacağını bilemez haldedir, salon kalabalıktır, çekinir ve siz kızarsınız, bu aklınıza gelir, bu da pişmanlık değildir. Duygusal bağla bağlı olduğunuz kişi sizinle konuşmak istediğini söyler, sizin aklınıza son görüşme olduğu asla gelmez. Ama o "elveda" demiştir bile, siz buna ihtimal vermezsiniz, yeniden görüşeceğinizi düşünürsünüz, ama yoktur. Bir daha sesini duyamayacaksınız, nerede olacağını bilemeyeceksiniz, bir daha görememe hali içinizi kemirir, telefon numarasını bile silemezsiniz. Bir gün dedeniz her zaman bahsettiği kişiyi hatırlamaz, sizi bile unutur hale gelmiştir. Güldüğü, koştuğu zamanlarını bildiğiniz dedeniz artık kendi ismini bile hatırlamaz, yastığını başucuna koyduğunuzda göz göze gelirsiniz, yutkunursuz, gözleriniz dolar. Bunu da pişmanlıkla ve acımayla açıklayamazsınız. Tüm bu duyguların bir anlamı, manasını idrak edeceğiniz bir formu olmalıdır.
Bilmek, merak etmek ciddi faaliyetlerdir. Bunu çoğu kez deneyimlemiş birisi olarak söylüyorum. Bilme uğraşısının uygarlıkla doğrudan bir alakası vardır. Ama az gelişmiş toplumlarda bilme gayretinin size yansıtılma biçimi artık bir sevgi durumudur. Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta gittiğim "Mim Museum"da, yani Beyrut Ulusal Müzesinin karşısında bulunan bilim müzesinde, müze görevlisinin az İngilizcesi ile bana müze parçalarını anlatma gayretini görmenizi isterdim. Müze görevlisinin gözlerinin anlatım sırasında parlaklığı, en az müze teşhir parçaları kadar değerliydi. En baştan ve tane tane, tıpkı fedakâr bir ilkokul öğretmeni gibi sizi bilgilendirme gayreti, ancak sevgi ile hatırlanabilir. 2017 yılında Moskova Sanat Tiyatrosunda, yani Anton Çehov'un, Konstantin Stanislavski'nin, Mihail Bulgakov'un temsil yaptıkları ya da izledikleri yerde bulunmak zaten başlı başına enfes bir duyguydu. Ama bir o kadar iyisi de müze görevlisi yetmişlerinde sevimli bir kadının bizim bilmediğimiz Rusçası ile Anna Karenina oyununun kostümlerini gösterirken, bildiğini aktarmadaki o olağanüstü çabasıydı. Anlamasanız da söylediklerini, bilginin o tılsımı size geçmiş gibiydi, bu artık bir tutku gösterisiydi, bilmenin tutkusu.
Atina, yani felsefenin toprakları. Akropolis'e yakın, Sokrates'in hapiste tutulduğu "Prison of Socrates"te gezinirken, yalnızca Sokrates'i aklıma getirmedim. Tüm bir filozof dünyasının o mağara gibi yerde olduğu düşüncesine bir anda kapıldım. Birbirlerinin fikirlerine katılsınlar ya da katılmasınlar, orada bulunan Hegel'di, Farabi'ydi, Marks'tı, Anaksimenes, Thales'ti. Kant uzaktan geliyor gibiydi, Sartre çoktan gelmişti, Simon de Beauvoir birazdan yetişecekti sanki. Uzaktan seçilemeyen bir şairin yine seçemediğim mısralarını duyar gibiydim. Hemen uzaklaştım. Uzaktan baktığımda sesler birbirine karışmıştı. Felsefi geleneğin sorgulayıcılığı, farklı düşüncelerde de olsalar tek bir bütünü oluşturmuştu. Akropolis'in manzarasının dehşeti, Sokrates hapishanesi ve filozof sesleri anlaşılmaz bir duygu yoğunluğuna kapılmam için yeterliydi. Şiir ve felsefe benim için artık ve her zaman birdi.
Neden anlaşılmaz duygular içindeyiz? Tekrar başa alıyorum. Üzülüyoruz, ancak nedenini bilmiyoruz. Bilmenin erdemine inanıyoruz, ancak sıkılıyoruz. Tüm bunların felsefe ile ne ilgisi olabilir diye düşünebilirsiniz. Duygu, bilimde yoktur. Siz sorgulayarak, diğeri ile kendiniz arasında bir denklem kurarak, çok daha üst bir yaklaşımla yani felsefe ile ancak sevgiye, vicdana, ahlâka dair bir yaklaşım sergilersiniz. Hukukçu bir kanun uygulayıcısı olabilir. Teknik olarak örneğin ceza hukukçusu için yazılı metin bellidir. Ama bu yeterli midir? O nedenle daha fazla bilgiye, daha fazla meraka, en fazla entelektüelliğe sahip bulunmanın imkanını araştırmalıyız. Salt bilmede yetmez, bilip de diğerkâm olmayan, çıkarcı, sevgisiz kişileri hayatın her alanında görmek mümkündür. İşte bu nedenle her bilginin üstünde bulunan, sevgiyi önemseyen felsefeye ilgi duymak gerekir. Bilmek ve merak, ayrıca felsefe sadece buluşun kaynağı değil, aynı zamanda sevgiyi de anlamlılaştıran faaliyetlerdir. Vicdan bilgiyle, özelinde ise felsefe ile değerli bir eylem haline gelir. Çocuk daha bir çocuklaşır, sevgiliniz artık çok daha bir sevgilidir, aşkınız en berrak haline kavuşur, anlamını bulur.
Birazdan okuyacağınız kitapta felsefenin bir bakıma tarihini göreceksiniz. Ancak bunu yaparken, kaynakçada da göreceğiniz gibi çok sayıda kaynaktan faydalandım, bu kaynaklardan beslendim. Kitap yazımının zorlu sürecini yazarla birlikte sırtlayanlar da oldu. Bunlar arasında özellikle Yusuf Demirci, Kemal Güveniş, Bülent Koçoğulları, Yusuf Balcıoğlu ve Mehmet S ıtkı Uğur'a teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Değerli Harran hakimi Aynur Kahya her zaman bilmeye merakı ve hukuk/adalet bilincine duyarlılığı ile kitap için de esin kaynaklarından biriydi. Kendisinin bu ideal halinin yitmemesini dilerim. Bununla birlikte kitapta da yeri geldiğince değinildiği gibi, felsefe çoğu zaman gereksiz görülen bir faaliyet olarak değerlendirilebilmektedir. Ama onu böyle algılamayanlar da vardır. Bu kitap aynı zamanda teknik/mekanik, duygusuz bir hukuk yaklaşımına karşı felsefenin başlangıç çabasıdır. O nedenle bu kitap bunu önemseyenlerindir.
- Açıklama
Bazen gözümüz yaşlanır, geçmiş aklımıza gelir. Küçüklük hatıraları istesekte çok uzaktır. "Kardeşime bisikletimi istediğinde verseydim, anneme ne olursa olsun kızmasaydım o gün, yemeğe zamanında inseydim, dedemle, amcamla daha fazla vakit geçirseydim keşke" diye iç geçiririz. Bu acı hal istememize karşın aklımızdan bir türlü çıkmaz. Bu üzüntü durumuna bir türlü anlam veremeyiz, bunun akli bir izâhı yoktur. Küçük kızımızın ya da oğlumuzun yere düşüp ağladığı an, az sonra gireceğiniz lokantanın önünde bekleyen bir dilencinin gözleri, iş yoğunluğu bahanesi ile umursamadığınız bir arkadaşımız ya da çok istemesine rağmen satış fiyatının yüksek olması nedeni ile kızına istediği oyuncağı alamayan annenin kızıyla gitmesi, haber bültenlerinde bayramda kaybolan güzel gözlü kız çocuklarının bir anlık fotoğrafı bize vicdanı her an hatırlatır. Bunlar birer pişmanlık alametleri değildir. Başka alanlarda da benzer duyguları görmemiz mümkündür. Duruşmada tanık ne yapacağını bilemez haldedir, salon kalabalıktır, çekinir ve siz kızarsınız, bu aklınıza gelir, bu da pişmanlık değildir. Duygusal bağla bağlı olduğunuz kişi sizinle konuşmak istediğini söyler, sizin aklınıza son görüşme olduğu asla gelmez. Ama o "elveda" demiştir bile, siz buna ihtimal vermezsiniz, yeniden görüşeceğinizi düşünürsünüz, ama yoktur. Bir daha sesini duyamayacaksınız, nerede olacağını bilemeyeceksiniz, bir daha görememe hali içinizi kemirir, telefon numarasını bile silemezsiniz. Bir gün dedeniz her zaman bahsettiği kişiyi hatırlamaz, sizi bile unutur hale gelmiştir. Güldüğü, koştuğu zamanlarını bildiğiniz dedeniz artık kendi ismini bile hatırlamaz, yastığını başucuna koyduğunuzda göz göze gelirsiniz, yutkunursuz, gözleriniz dolar. Bunu da pişmanlıkla ve acımayla açıklayamazsınız. Tüm bu duyguların bir anlamı, manasını idrak edeceğiniz bir formu olmalıdır.
Bilmek, merak etmek ciddi faaliyetlerdir. Bunu çoğu kez deneyimlemiş birisi olarak söylüyorum. Bilme uğraşısının uygarlıkla doğrudan bir alakası vardır. Ama az gelişmiş toplumlarda bilme gayretinin size yansıtılma biçimi artık bir sevgi durumudur. Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta gittiğim "Mim Museum"da, yani Beyrut Ulusal Müzesinin karşısında bulunan bilim müzesinde, müze görevlisinin az İngilizcesi ile bana müze parçalarını anlatma gayretini görmenizi isterdim. Müze görevlisinin gözlerinin anlatım sırasında parlaklığı, en az müze teşhir parçaları kadar değerliydi. En baştan ve tane tane, tıpkı fedakâr bir ilkokul öğretmeni gibi sizi bilgilendirme gayreti, ancak sevgi ile hatırlanabilir. 2017 yılında Moskova Sanat Tiyatrosunda, yani Anton Çehov'un, Konstantin Stanislavski'nin, Mihail Bulgakov'un temsil yaptıkları ya da izledikleri yerde bulunmak zaten başlı başına enfes bir duyguydu. Ama bir o kadar iyisi de müze görevlisi yetmişlerinde sevimli bir kadının bizim bilmediğimiz Rusçası ile Anna Karenina oyununun kostümlerini gösterirken, bildiğini aktarmadaki o olağanüstü çabasıydı. Anlamasanız da söylediklerini, bilginin o tılsımı size geçmiş gibiydi, bu artık bir tutku gösterisiydi, bilmenin tutkusu.
Atina, yani felsefenin toprakları. Akropolis'e yakın, Sokrates'in hapiste tutulduğu "Prison of Socrates"te gezinirken, yalnızca Sokrates'i aklıma getirmedim. Tüm bir filozof dünyasının o mağara gibi yerde olduğu düşüncesine bir anda kapıldım. Birbirlerinin fikirlerine katılsınlar ya da katılmasınlar, orada bulunan Hegel'di, Farabi'ydi, Marks'tı, Anaksimenes, Thales'ti. Kant uzaktan geliyor gibiydi, Sartre çoktan gelmişti, Simon de Beauvoir birazdan yetişecekti sanki. Uzaktan seçilemeyen bir şairin yine seçemediğim mısralarını duyar gibiydim. Hemen uzaklaştım. Uzaktan baktığımda sesler birbirine karışmıştı. Felsefi geleneğin sorgulayıcılığı, farklı düşüncelerde de olsalar tek bir bütünü oluşturmuştu. Akropolis'in manzarasının dehşeti, Sokrates hapishanesi ve filozof sesleri anlaşılmaz bir duygu yoğunluğuna kapılmam için yeterliydi. Şiir ve felsefe benim için artık ve her zaman birdi.
Neden anlaşılmaz duygular içindeyiz? Tekrar başa alıyorum. Üzülüyoruz, ancak nedenini bilmiyoruz. Bilmenin erdemine inanıyoruz, ancak sıkılıyoruz. Tüm bunların felsefe ile ne ilgisi olabilir diye düşünebilirsiniz. Duygu, bilimde yoktur. Siz sorgulayarak, diğeri ile kendiniz arasında bir denklem kurarak, çok daha üst bir yaklaşımla yani felsefe ile ancak sevgiye, vicdana, ahlâka dair bir yaklaşım sergilersiniz. Hukukçu bir kanun uygulayıcısı olabilir. Teknik olarak örneğin ceza hukukçusu için yazılı metin bellidir. Ama bu yeterli midir? O nedenle daha fazla bilgiye, daha fazla meraka, en fazla entelektüelliğe sahip bulunmanın imkanını araştırmalıyız. Salt bilmede yetmez, bilip de diğerkâm olmayan, çıkarcı, sevgisiz kişileri hayatın her alanında görmek mümkündür. İşte bu nedenle her bilginin üstünde bulunan, sevgiyi önemseyen felsefeye ilgi duymak gerekir. Bilmek ve merak, ayrıca felsefe sadece buluşun kaynağı değil, aynı zamanda sevgiyi de anlamlılaştıran faaliyetlerdir. Vicdan bilgiyle, özelinde ise felsefe ile değerli bir eylem haline gelir. Çocuk daha bir çocuklaşır, sevgiliniz artık çok daha bir sevgilidir, aşkınız en berrak haline kavuşur, anlamını bulur.
Birazdan okuyacağınız kitapta felsefenin bir bakıma tarihini göreceksiniz. Ancak bunu yaparken, kaynakçada da göreceğiniz gibi çok sayıda kaynaktan faydalandım, bu kaynaklardan beslendim. Kitap yazımının zorlu sürecini yazarla birlikte sırtlayanlar da oldu. Bunlar arasında özellikle Yusuf Demirci, Kemal Güveniş, Bülent Koçoğulları, Yusuf Balcıoğlu ve Mehmet S ıtkı Uğur'a teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Değerli Harran hakimi Aynur Kahya her zaman bilmeye merakı ve hukuk/adalet bilincine duyarlılığı ile kitap için de esin kaynaklarından biriydi. Kendisinin bu ideal halinin yitmemesini dilerim. Bununla birlikte kitapta da yeri geldiğince değinildiği gibi, felsefe çoğu zaman gereksiz görülen bir faaliyet olarak değerlendirilebilmektedir. Ama onu böyle algılamayanlar da vardır. Bu kitap aynı zamanda teknik/mekanik, duygusuz bir hukuk yaklaşımına karşı felsefenin başlangıç çabasıdır. O nedenle bu kitap bunu önemseyenlerindir.
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.