Akılcılık, Mürcie ve Ebu Hanife Çizgisinde Bir Oluşum Olarak Ashabu'r-Rey
Akıl, insanın en temel vasfıdır. Akıl sahibi olma noktasında tüm insanlar eşit olmakla birlikte, bütün insanların aklını diğerleriyle eşit bir şekilde kullandığını söylemek mümkün değildir. Bu durumu etkileyen pek çok faktörden söz edilebilir. En genel ifadesiyle, sosyal çevre, biyolojik yapı ve zihinsel hazır olma durumu bu farklılığın en temel etkenlerindendir. Bununla birlikte tüm bu farklılıklara rağmen akıl, insanın olduğu her yerde nüfuzunu korumuştur.
Dinin kendisinin, insanın akılla olan bu yakın ilişkisini yadırgamadığı hatta tavsiye ettiği bir gerçektir. İslâm düşüncesi içerisinde de akıl, inananlar nezdinde nüfuz alanını daima muhafaza etmiştir. Çünkü bizzat Kur'an'da aklın insan için ehemmiyeti sık sık vurgulanmış ve insanlara akıl yürütmeleri tavsiye edilmiştir. Üstelik Kur'an, muhatap olarak doğrudan akıl sahiplerini almış, zanna ve hevaya uyanları muhatap olarak kabul etmemiştir. Böylece, dini anlama noktasında akıl, İslâm dininin de bunu öngören ilkelerinin etkisiyle ana kaynaklardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle akıl, tüm inananların mecburi dayanak noktası olmakla birlikte, özellikle itikadî, siyasî ve fıkhî meselelere tatbik edilmesi, kişilerin zihniyet yapılarının elverdiği ölçüde gerçekleşmiştir. Bu yüzden bazı kimseler, akla diğerlerine göre daha fazla önem vermişler ve siyasî, itikadî ve fıkhî meselelerde farklı bir tavır geliştirmişlerdir. İslâm düşüncesinde aklın nüfuz alanını genişleten bu kimseler, en genel olarak akılcı şahsiyetler olarak isimlendirilecektir. Zira özellikle Hicrî birinci asırda, aklın kullanımının sadece bazı gruplar ekseninde sınırlı kalmadığı görülmektedir. Henüz Hz. Peygamber zamanında aklın nüfuzunu genişleten söylemlere yer verilmiş, sahabe içerisinden de pek çok kimse bunu mecbur bırakan zihniyet yapıları gereği Kur'an'ın aklı kullanma konusundaki tavsiyelerini uyma konusunda çaba göstermişlerdir.
İslâm düşüncesi içerisinde akla verilen bu öneme rağmen, sahip oldukları zihin yapısı gereği, aklın kullanımını bir sorumluluk olarak göremeyen ve aklın bilgi kaynağı olarak kullanılmasını doğru görmeyen bazı kimseler tarafından aklın özellikle dini algılama noktasındaki nüfuzu yadırganmıştır. Bu durum aklın İslâm düşüncesi içerisindeki hâkimiyet alanını tartışma mevzuu haline getirilmiştir.
Aklın dini meseleler üzerinde kullanımı Hicrî ikinci asırdan itibaren Ashâbu'l-Hadîs tarafından ciddi bir şekilde tenkit edilmiştir. Şüphesiz bu söylem biçiminin aklın İslâm düşüncesi içerisindeki yeri hakkındaki iddialarını bir zihniyet sorunu olarak görmek gerekir. Ancak bu sorununun tezahürlerinin günümüze kadar uzanmış olması bizi İslâm düşüncesi içerisinde varlığı göz ardı edilemeyen akılcı damarın tezahürlerini ortaya koymaya yöneltmiştir.
Bu yönüyle öncelikle, biz bu çalışmamızda aklın kullanımının Hazreti Peygamber ile başlayan ve sahabe ve tabiun ile devam eden toplumsal tezahürlerine, siyasî meseleler üzerinde özelikle Mürciî önderler tarafından yürütülen ve akılcılık fikri gereği geliştirilen birlik ve eşitlik fikrine ve îtikâdî meseleler üzerinde kafa yormayı tercih eden tüm akılcı şahsiyetlere ve fikirlerine yer vereceğiz. Ardından İslâm düşüncesi içerisinde akılcı zihin yapısıyla, dini doğru anlama noktasında vazgeçilmez bir yeri olan ve akılcılığın önderlerinden olan Ebû Hanife'nin zihin yapısının îtikâdî ve fıkhî görüşleri üzerindeki tezahürlerinden bahsedeceğiz. Üçüncü bölümde ise Ashâbu'r-Rey ve Ashâbu'l-Hadîs ekseninde gerçekleşen ve Ebu Hanife ve ashabının odak noktasını teşkil ettiği farklılaşmanın boyutlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Beni bu konuyu çalışmaya teşvik eden ve fikirleriyle bana her daim yön veren değerli danışman hocam Prof. Dr. Hasan Onat'a, çalışmamın her aşamasında desteğini esirgemeyen ve konu hakkındaki çalışmalarından çokça istifade ettiğim kıymetli hocam Prof. Dr. Sönmez Kutlu'ya, değerli yardımlarından ötürü Prof.Dr. Fatih Yahya Ayaz'a ve Doç Dr. Yusuf Gökalp'e teşekkürlerimi sunarım. Son olarak desteğini ve varlığını her daim yanımda hissettiğim çok değerli dostum Aygül Düzenli'ye, çalışmalarımın güçlüklerine katlanan ve her daim destekçim olan sevgili eşim Sadık Eren'e ve hayatım boyunca bana öğrettiklerini en kıymetli hazinem olarak gördüğüm sevgili anne ve babama teşekkürlerimi sunarım.
- Açıklama
Akıl, insanın en temel vasfıdır. Akıl sahibi olma noktasında tüm insanlar eşit olmakla birlikte, bütün insanların aklını diğerleriyle eşit bir şekilde kullandığını söylemek mümkün değildir. Bu durumu etkileyen pek çok faktörden söz edilebilir. En genel ifadesiyle, sosyal çevre, biyolojik yapı ve zihinsel hazır olma durumu bu farklılığın en temel etkenlerindendir. Bununla birlikte tüm bu farklılıklara rağmen akıl, insanın olduğu her yerde nüfuzunu korumuştur.
Dinin kendisinin, insanın akılla olan bu yakın ilişkisini yadırgamadığı hatta tavsiye ettiği bir gerçektir. İslâm düşüncesi içerisinde de akıl, inananlar nezdinde nüfuz alanını daima muhafaza etmiştir. Çünkü bizzat Kur'an'da aklın insan için ehemmiyeti sık sık vurgulanmış ve insanlara akıl yürütmeleri tavsiye edilmiştir. Üstelik Kur'an, muhatap olarak doğrudan akıl sahiplerini almış, zanna ve hevaya uyanları muhatap olarak kabul etmemiştir. Böylece, dini anlama noktasında akıl, İslâm dininin de bunu öngören ilkelerinin etkisiyle ana kaynaklardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle akıl, tüm inananların mecburi dayanak noktası olmakla birlikte, özellikle itikadî, siyasî ve fıkhî meselelere tatbik edilmesi, kişilerin zihniyet yapılarının elverdiği ölçüde gerçekleşmiştir. Bu yüzden bazı kimseler, akla diğerlerine göre daha fazla önem vermişler ve siyasî, itikadî ve fıkhî meselelerde farklı bir tavır geliştirmişlerdir. İslâm düşüncesinde aklın nüfuz alanını genişleten bu kimseler, en genel olarak akılcı şahsiyetler olarak isimlendirilecektir. Zira özellikle Hicrî birinci asırda, aklın kullanımının sadece bazı gruplar ekseninde sınırlı kalmadığı görülmektedir. Henüz Hz. Peygamber zamanında aklın nüfuzunu genişleten söylemlere yer verilmiş, sahabe içerisinden de pek çok kimse bunu mecbur bırakan zihniyet yapıları gereği Kur'an'ın aklı kullanma konusundaki tavsiyelerini uyma konusunda çaba göstermişlerdir.
İslâm düşüncesi içerisinde akla verilen bu öneme rağmen, sahip oldukları zihin yapısı gereği, aklın kullanımını bir sorumluluk olarak göremeyen ve aklın bilgi kaynağı olarak kullanılmasını doğru görmeyen bazı kimseler tarafından aklın özellikle dini algılama noktasındaki nüfuzu yadırganmıştır. Bu durum aklın İslâm düşüncesi içerisindeki hâkimiyet alanını tartışma mevzuu haline getirilmiştir.
Aklın dini meseleler üzerinde kullanımı Hicrî ikinci asırdan itibaren Ashâbu'l-Hadîs tarafından ciddi bir şekilde tenkit edilmiştir. Şüphesiz bu söylem biçiminin aklın İslâm düşüncesi içerisindeki yeri hakkındaki iddialarını bir zihniyet sorunu olarak görmek gerekir. Ancak bu sorununun tezahürlerinin günümüze kadar uzanmış olması bizi İslâm düşüncesi içerisinde varlığı göz ardı edilemeyen akılcı damarın tezahürlerini ortaya koymaya yöneltmiştir.
Bu yönüyle öncelikle, biz bu çalışmamızda aklın kullanımının Hazreti Peygamber ile başlayan ve sahabe ve tabiun ile devam eden toplumsal tezahürlerine, siyasî meseleler üzerinde özelikle Mürciî önderler tarafından yürütülen ve akılcılık fikri gereği geliştirilen birlik ve eşitlik fikrine ve îtikâdî meseleler üzerinde kafa yormayı tercih eden tüm akılcı şahsiyetlere ve fikirlerine yer vereceğiz. Ardından İslâm düşüncesi içerisinde akılcı zihin yapısıyla, dini doğru anlama noktasında vazgeçilmez bir yeri olan ve akılcılığın önderlerinden olan Ebû Hanife'nin zihin yapısının îtikâdî ve fıkhî görüşleri üzerindeki tezahürlerinden bahsedeceğiz. Üçüncü bölümde ise Ashâbu'r-Rey ve Ashâbu'l-Hadîs ekseninde gerçekleşen ve Ebu Hanife ve ashabının odak noktasını teşkil ettiği farklılaşmanın boyutlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Beni bu konuyu çalışmaya teşvik eden ve fikirleriyle bana her daim yön veren değerli danışman hocam Prof. Dr. Hasan Onat'a, çalışmamın her aşamasında desteğini esirgemeyen ve konu hakkındaki çalışmalarından çokça istifade ettiğim kıymetli hocam Prof. Dr. Sönmez Kutlu'ya, değerli yardımlarından ötürü Prof.Dr. Fatih Yahya Ayaz'a ve Doç Dr. Yusuf Gökalp'e teşekkürlerimi sunarım. Son olarak desteğini ve varlığını her daim yanımda hissettiğim çok değerli dostum Aygül Düzenli'ye, çalışmalarımın güçlüklerine katlanan ve her daim destekçim olan sevgili eşim Sadık Eren'e ve hayatım boyunca bana öğrettiklerini en kıymetli hazinem olarak gördüğüm sevgili anne ve babama teşekkürlerimi sunarım.
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.