“Olağanüstü... Benim dünyamda, bu roman şimdiden bir klasik.”
- Karl Ove Knausgaard
Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü'nün finalistleri arasında yer alan Bir Düşüşün Güncesi, kendimiz ve birbirimiz hakkında anlatmayı seçtiğimiz hikâyeler üzerine güçlü ve dokunaklı bir roman.
Günlük biçiminde kaleme alınan romanın isimsiz anlatıcısı, küçüklüğünde yaşadığı kilit birolaya (Yahudi öğrenciler olarak Katolik sınıf arkadaşlarına yaptıkları talihsiz bir şakaya) neredeyse takıntılı bir şekilde sürekli geri dönerek, bu olayı ailesinin tarihçesiyle ve yaşanmış büyük bir tarihi acıyla ilişkilendiriyor ve bunu yaparken de nesiller arası travmanın nasıl bir şey olduğunu bize ustaca sezdiriyor.
Porto Alegre'nin lüks bir semtindeki Yahudi okulunda, okulun yegâne Katolik öğrencisi, kendisi için korkunç bir yaralanmaya sebep olacak bir eşek şakasına maruz kalır. İşte ona o şakayı yapmış Yahudi sınıf arkadaşlarından biri olan anlatıcı, yıllar sonra geçmişindeki hatalar üzerine düşünürken bu olayı tekrar tekrar yaşar. Anlatı ilerledikçe çok yönlü bir metafora dönüşen bu talihsiz kaza, artık 40'lı yaşlarında olan o Yahudi öğrencinin, Alzheimer'a yakalanan babası ve Auschwitz dehşetini yaşamış dedesinin kendi travmalarıyla savaşma yöntemleri üzerine giriştiği hesaplaşmaya çok katmanlı bir fon oluşturur.
Yaşadıklarımız aynı olsa bile kendimize bambaşka hikâyeler anlatmamız mümkün müdür?
Nesilden nesile aktarılan travmaların döngüsünden nasıl çıkılabilir ya da çıkılabilir mi?
Granta'nın Brezilya'nın En İyi Genç Yazarları arasında gösterdiği Laub romanın ana izleğini oluşturan üç unsuru –düşüşü, Auschwitz'i ve Alzheimer'ı– ustalıkla harmanlayarak kimlik, hafıza ve affetmek üzerine önemli sorular soruyor.
- Açıklama
“Olağanüstü... Benim dünyamda, bu roman şimdiden bir klasik.”
- Karl Ove KnausgaardUluslararası Dublin Edebiyat Ödülü'nün finalistleri arasında yer alan Bir Düşüşün Güncesi, kendimiz ve birbirimiz hakkında anlatmayı seçtiğimiz hikâyeler üzerine güçlü ve dokunaklı bir roman.
Günlük biçiminde kaleme alınan romanın isimsiz anlatıcısı, küçüklüğünde yaşadığı kilit birolaya (Yahudi öğrenciler olarak Katolik sınıf arkadaşlarına yaptıkları talihsiz bir şakaya) neredeyse takıntılı bir şekilde sürekli geri dönerek, bu olayı ailesinin tarihçesiyle ve yaşanmış büyük bir tarihi acıyla ilişkilendiriyor ve bunu yaparken de nesiller arası travmanın nasıl bir şey olduğunu bize ustaca sezdiriyor.
Porto Alegre'nin lüks bir semtindeki Yahudi okulunda, okulun yegâne Katolik öğrencisi, kendisi için korkunç bir yaralanmaya sebep olacak bir eşek şakasına maruz kalır. İşte ona o şakayı yapmış Yahudi sınıf arkadaşlarından biri olan anlatıcı, yıllar sonra geçmişindeki hatalar üzerine düşünürken bu olayı tekrar tekrar yaşar. Anlatı ilerledikçe çok yönlü bir metafora dönüşen bu talihsiz kaza, artık 40'lı yaşlarında olan o Yahudi öğrencinin, Alzheimer'a yakalanan babası ve Auschwitz dehşetini yaşamış dedesinin kendi travmalarıyla savaşma yöntemleri üzerine giriştiği hesaplaşmaya çok katmanlı bir fon oluşturur.
Yaşadıklarımız aynı olsa bile kendimize bambaşka hikâyeler anlatmamız mümkün müdür?
Nesilden nesile aktarılan travmaların döngüsünden nasıl çıkılabilir ya da çıkılabilir mi?
Granta'nın Brezilya'nın En İyi Genç Yazarları arasında gösterdiği Laub romanın ana izleğini oluşturan üç unsuru –düşüşü, Auschwitz'i ve Alzheimer'ı– ustalıkla harmanlayarak kimlik, hafıza ve affetmek üzerine önemli sorular soruyor.
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.