Suriyeli mültecilerin yaşadıklarını her fırsatta dile getiren ve seslerine ses olmaya devam eden gazeteci, yazar Ercüment Akdeniz, Mülteci İşçiler ve Sığınamayanlar adlı iki kitabının ardından bu kez bir göç romanıyla karşımızda. En Güzel Şarkı her gün yanımızdan geçen ve görmezden gelinen kâğıt toplayıcılarıyla, metrobüste mendil satan çocuklarla, izbe atölyelerde ter döken işçilerle, savaşın yükünü bir başına omuzlayan kadınlarla buluşturacak sizleri.
Halep'te güneş bir başka doğar, bir başka ısıtırdı insanın içini... Süt beyazı şehrin ağaçlarında çiçekler açar, damlarının üstü asma yapraklarıyla kaplanırdı. Çocuklar sokaklarında kuşların dansından rol çalar, cıvıl cıvıl oynarlardı. Refik, Halid, Kerime ve diğerleri... Kimse bilemezdi... Bir gün doğup büyüdükleri bu topraklarda yaşayamaz hale geleceklerini kimse bilemezdi...
Uzaklardan, çok uzaklardan belli belirsiz bomba sesleri yükseliyor ama iç savaşın ayak seslerini kimse duymuyordu. Ta ki kendilerini Türkiye sınırında buluncaya dek... Sonrası: İç savaş insanlar, hayvanlar, ağaçlar kadar nauraları da vurdu. Su çarklarının gıcırtısı durdu, türküler sustu, söylenceler anlatılmaz oldu. Kaideler çarksız kaldı, çarklar milsiz. Su küstü, kemerlerin dili damağına yapıştı. Börtü böcekler uçtu, son kuşlar kaçtı. Sınırın öte tarafında hiç bilmedikleri topraklar, hiç tanımadıkları yüzler, atölyeler, fabrikalar, atık kâğıt dolu sokaklar... Ya bu sokaklarda kaybolup gideceklerdi ya da mutlu bir hayat filizlenecekti kavgalarının ufuklarından...
“Başka bir şey istemem! Çocuklarımla çadırda da yaşarım. Yeter ki savaş bitsin!
- Açıklama
Suriyeli mültecilerin yaşadıklarını her fırsatta dile getiren ve seslerine ses olmaya devam eden gazeteci, yazar Ercüment Akdeniz, Mülteci İşçiler ve Sığınamayanlar adlı iki kitabının ardından bu kez bir göç romanıyla karşımızda. En Güzel Şarkı her gün yanımızdan geçen ve görmezden gelinen kâğıt toplayıcılarıyla, metrobüste mendil satan çocuklarla, izbe atölyelerde ter döken işçilerle, savaşın yükünü bir başına omuzlayan kadınlarla buluşturacak sizleri.
Halep'te güneş bir başka doğar, bir başka ısıtırdı insanın içini... Süt beyazı şehrin ağaçlarında çiçekler açar, damlarının üstü asma yapraklarıyla kaplanırdı. Çocuklar sokaklarında kuşların dansından rol çalar, cıvıl cıvıl oynarlardı. Refik, Halid, Kerime ve diğerleri... Kimse bilemezdi... Bir gün doğup büyüdükleri bu topraklarda yaşayamaz hale geleceklerini kimse bilemezdi...Uzaklardan, çok uzaklardan belli belirsiz bomba sesleri yükseliyor ama iç savaşın ayak seslerini kimse duymuyordu. Ta ki kendilerini Türkiye sınırında buluncaya dek... Sonrası: İç savaş insanlar, hayvanlar, ağaçlar kadar nauraları da vurdu. Su çarklarının gıcırtısı durdu, türküler sustu, söylenceler anlatılmaz oldu. Kaideler çarksız kaldı, çarklar milsiz. Su küstü, kemerlerin dili damağına yapıştı. Börtü böcekler uçtu, son kuşlar kaçtı. Sınırın öte tarafında hiç bilmedikleri topraklar, hiç tanımadıkları yüzler, atölyeler, fabrikalar, atık kâğıt dolu sokaklar... Ya bu sokaklarda kaybolup gideceklerdi ya da mutlu bir hayat filizlenecekti kavgalarının ufuklarından...
“Başka bir şey istemem! Çocuklarımla çadırda da yaşarım. Yeter ki savaş bitsin!
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.