“Savaş dağları öfkelendirdi. Dağlar ateş kusarken tüm halk korkudan tir tir titriyordu. Zavallı kıta! İnsanın ana vatanı, bütün o mağrur şehirleri, tapınakları, sarayları, harika sanatları, ilimleri ve her çeşit ustalığı ile birlikte maziye karışmış, ölümcül sular üzerini bir kefen gibi örtmüştü.
Azgın suların ortasındaki adalarda halktan geriye kalanlar birbirlerine sarılmış, korkunç depremlerin dinmesini bekliyorlardı. Muhteşem tapınakları, güzelim evleri, gemileri, yolları, gözlerinin önünde yok olup, okyanusun dibini boylamıştı. Neredeyse tüm nüfus bu kıyamette telef olmuştu. Tüm insanlığın beşiği yeryüzünün tek hâkimiyken geriye kalan az kişi, her şeylerini kaybettiklerini gördüler. Hiçbir şeyleri yoktu ne giysi ne alet edevat ne yiyecek ve ne de barınak; yalnızca bir parça toprak. Kıta, ateşten uçuruma doğru gömülürken açılan çukurları doldurarak ısınan sulardan dumanlar çıkıyor ve kızgın sesler geliyordu. Tepelerine ise dost yüzlü güneşin önünü kesen ve karanlıkta neden olan yoğun bir duman ve kül tabakası çöreklenmişti. Kulaklarında, yerin dibine doğru gözden kaybolan vatandaşların ümitsiz çığlıkları çınlıyordu. Bu yıkımdan sağ çıkan, ancak açlık ve yokluk nedeniyle ölümü yine karşılarında bulan insanların oluşturduğu bir korku sahnesiydi. Bu işkenceye dayanabilenlerin sayısı pek azdı; çoğu ölüp gitti.”
Bu cümleleri yalnızca işitmemiş, zihnime gerilmiş bir sinema perdesinde de izlemiştim. Ya bir sanrı görüyordum ya da füj durumuna geçmiştim. Ne olduğunu bilmiyor ve çok korkuyordum.
Cümlesini bitirdiği anda zihnimdeki sinema perdesi karardı. Sesler yok oldu. Fakat ben dehşet içinde gördüğüm şeyleri ve dinlediğim hikâyeyi düşünüyordum. Neydi bu? Ben ne izlemiştim? Dinlediğim hikâyedeki insanlar kimdi? Nasıl bu kadar dehşet verici şekilde yok olmuşlardı?
Sorularımın cevaplarını bulacaktım. Fakat bu bana pahalıya patlayacaktı. Ben yalnızca sevdiği kadının geri dönmesini isteyen bir çocuktum. Fakat yaşadıklarım, bir çocuğun kaldırabileceği şeyler değildi. Yaşadıklarım, bana delirdiğimi bile düşündürecekti. Fakat ben delirmemiştim.
Yoksa…
Yoksa ben gerçekten de delirmiş miydim?
- Açıklama
“Savaş dağları öfkelendirdi. Dağlar ateş kusarken tüm halk korkudan tir tir titriyordu. Zavallı kıta! İnsanın ana vatanı, bütün o mağrur şehirleri, tapınakları, sarayları, harika sanatları, ilimleri ve her çeşit ustalığı ile birlikte maziye karışmış, ölümcül sular üzerini bir kefen gibi örtmüştü.
Azgın suların ortasındaki adalarda halktan geriye kalanlar birbirlerine sarılmış, korkunç depremlerin dinmesini bekliyorlardı. Muhteşem tapınakları, güzelim evleri, gemileri, yolları, gözlerinin önünde yok olup, okyanusun dibini boylamıştı. Neredeyse tüm nüfus bu kıyamette telef olmuştu. Tüm insanlığın beşiği yeryüzünün tek hâkimiyken geriye kalan az kişi, her şeylerini kaybettiklerini gördüler. Hiçbir şeyleri yoktu ne giysi ne alet edevat ne yiyecek ve ne de barınak; yalnızca bir parça toprak. Kıta, ateşten uçuruma doğru gömülürken açılan çukurları doldurarak ısınan sulardan dumanlar çıkıyor ve kızgın sesler geliyordu. Tepelerine ise dost yüzlü güneşin önünü kesen ve karanlıkta neden olan yoğun bir duman ve kül tabakası çöreklenmişti. Kulaklarında, yerin dibine doğru gözden kaybolan vatandaşların ümitsiz çığlıkları çınlıyordu. Bu yıkımdan sağ çıkan, ancak açlık ve yokluk nedeniyle ölümü yine karşılarında bulan insanların oluşturduğu bir korku sahnesiydi. Bu işkenceye dayanabilenlerin sayısı pek azdı; çoğu ölüp gitti.”
Bu cümleleri yalnızca işitmemiş, zihnime gerilmiş bir sinema perdesinde de izlemiştim. Ya bir sanrı görüyordum ya da füj durumuna geçmiştim. Ne olduğunu bilmiyor ve çok korkuyordum.
Cümlesini bitirdiği anda zihnimdeki sinema perdesi karardı. Sesler yok oldu. Fakat ben dehşet içinde gördüğüm şeyleri ve dinlediğim hikâyeyi düşünüyordum. Neydi bu? Ben ne izlemiştim? Dinlediğim hikâyedeki insanlar kimdi? Nasıl bu kadar dehşet verici şekilde yok olmuşlardı?
Sorularımın cevaplarını bulacaktım. Fakat bu bana pahalıya patlayacaktı. Ben yalnızca sevdiği kadının geri dönmesini isteyen bir çocuktum. Fakat yaşadıklarım, bir çocuğun kaldırabileceği şeyler değildi. Yaşadıklarım, bana delirdiğimi bile düşündürecekti. Fakat ben delirmemiştim.
Yoksa…
Yoksa ben gerçekten de delirmiş miydim?
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.