Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789750808711
Boyut
160-160
Sayfa Sayısı
117
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Kapak Türü
Karton
Kağıt Türü
1. Hamur
Dili
Türkçe
9789750808711
394074
https://www.kitapburada.com/kitap/gece-dili
Gece Dili
9.00
hançerin yaşını söyle bana, hadi söyle!
Kanın bir de... çimende ve gömlekte
Dilin gecesinde, gecenin dilini çözen şiirlerle yüklü bir "ilk kitap"...
Düşleri bekleyen, gecenin sınır boylarını kolaçan eden, dahası dilin tadını çıkaran
şiirler var Gece Dili'nde: geceyi çıplak gösteren şiirler.
Tadımlık
Şair hiçbir şeyi bilmez!
Bu yargıya kendi düşünce çizgimi izleyerek mi vardım yoksa benden çok daha önce gidilmiş bir konağı mı tekrarlıyorum bilmiyorum, ama bu (özellikle de cehalet penceresinden bakınca) hiç de önemli gelmiyor bana; ben şu ya da bu nedenle buna inanıyorum: Şair hiçbir şeyi bilmez!
Dahası, şiiri de...
Söze burdan başlayınca şair adında direnmenin çelişkisi kendiliğinden çıkıyor ortaya; şiiri bilmeyen kişi şair de değildir henüz ve başka bir ad bulmak gerekir ya da daha kestirmeden, onun adını da herkesinkiyle ortaklaştırmak... adam gibi, kişi gibi.
Ama şiir var!
Çaresiz var.
Şair hiçbir şeyi bilmez iddiasının çarpıcılığı su götürmez!.. uzun bir süre kendimi bu çarpıcılığa kaptırdığımı düşündüm ben de; yanı sıra iddiayı kendi cahilliğimin kılıfı adına uydurmuş olabileceğimi de belki hâlâ öyle... ancak kendime ayaküstü haksızlık etmektense iddianın altını eşeleyip onu hesap kitaptan arınmış bir terazide tarttıkça kimi zaman kimilerinin beylik niyetlerine paravan işlevi görse de, ilk andaki tüm çarpıcılığının tersine, alabildiğine yalın ve bir o kadar da gerçek olduğunu gördüm.
Bir daha: şair hiçbir şeyi bilmez... dahası, şiiri de!
Ama sezer.
Herhangi bir adam olarak...
Bu, duymak da demektir (işitmek) ve isteyenler tarafından bilgi olarak da alınabilir (ben, alçakgönüllü olunmasından yanayım, bu konuda).
Adam, diyelim bir adam seçer kendine kendini mi?.. ya da bir iz/izlek... ama bana sorarsanız seçip seçmediğini de, neyi seçip neyi elinin tersiyle ittiğini de bilemez pek. O (herhangi biri), bir gün (herhangi bir gün) hiçbir şey bilmediğini görerek yabancı duymuştur kendini.
Öyle sanmıştır.
O, bu adamdır artık.
Böyle bir adamdır.
Yolu, böyledir.
O, o adam, artık (tarihler değişebilir), elinde tuttuğu kalemden tutun da (eli kalem tutmayabilir de), gün güneşiyle sabah akşam yıkanan (kirlenen?) sokakları yürüyebilmeyi, insanlarla adam gibi konuşabilmeyi, eviyle işi arasında asılı duran ve adına şey denen atmosferi, yeni doğmuş çocuğu babası olarak sevebilmeyi, bu otobüse niye bindiğini, akşamları (geceler bir yana) neden seviştiğini... bilmeden, şaşkın ve yabancı durup dururken, dahası gittikçe boğulurken, diyelim küçücük bir kaya parçasına takılmıştır gözü:
Yağmur yağmıyordur!.. elleri cebindedir; ve gene diyelim, o küçücük kaya parçasının söylediğini sanmıştır; diyelim, içinde akan ırmaklarını, o küçücük kaya parçasının kendi denizlerini... gördüğünü sanmıştır.
Örnek hiç kuşkusuz abartılı ve bir o kadar da yalın, ama o kaya parçası herhangi bir insana, arkadaşa, sevgiliye, yoğun bir âna, güzel bir kış tatiline ya da çok çeşitli çağrışımlarıyla bir hücreye dönüştürülebilir ve söz konusu adamın sanmaları bu örneklerden herhangi biri aracılığıyla daha akla yakın bir oluş sürecinde tanımlanabilir. Şu ya da bu kaynaklı, söz konusu olan, herhangi bir adamın herhangi bir gün herhangi bir biçimde bütün cehaleti ve yabancılığı içinde kendisine az çok tanıdık gelen ve aldığını sandığı ilk işaretle anlamı çağrıştıran, öylelikle de bilgiyi vaat eden bir yerde durmuş/bulunmuş olmasıdır; öyle sanmasıdır.
Onun sezdiğini sanması, burda, öncenin yoksanışı ve yeniye yöneliştir; aynıdan başkaya ya da mutlak cehalet içinden bilginin kıvılcımlanışına yöneliş.
Bu yöneliş, kararlılığı ölçüsünde bir adanışı da dayatır; ancak adanmak, içerdiği iddianın büyüklüğünün tersine ve salt anlamıyla bir seçişi belirtir olmanın ötesinde pek de bir şey koymaz adamın ellerine; adanmak, sadece istekli oluşun bir göstergesidir, burda değil de orda olmak isteğinin bir anlamda (ve görünür) sözleşmesi.
Adam, artık elleri koynunda beklemeyecektir: o kaya parçasının söylediğini sanarak orda durmayı (bu arada bir adamı ve bir yolu da belki) seçmiştir, başka bir alanı reddedip orda olmuştur ve diyelim o alanın adı da şiirdir... Seçimini (bir kez) yapmış olan adam öylece her gün, her gece, her yıl (binlerce yıl) o kaya parçasının yanı başına gelmekte, onun söylediklerini dinlemekte, içinden geçen gemileri seyretmekte (sanmakta) ama ne kayanın ne söylediğini ne de gemilerin denizinin ne olduğunu/nereye olduğunu biliyor... kulağında ve gözlerinde sürekli bir şarkı, ama kaya sırrını gösterse de vermiyor.
Adam, burda (galiba burda), bir dile yeltenir.
Bu yelteniş, temelde, sezdiğini (hatta işittiğini) sandığı seslerin, gözlerinin önünde bir zümrüt kutusuymuşçasına renkten renge sıçrayan görüntülerin şifresini çözmek, giderek onlarla bir alışverişi sağlamak ve öylelikle o alana kabul edilmek adınadır; umar ki, o dili kurabilirse bilmenin kapıları aralanacak.
Bu dile yeltenişin sonucu (ürün), türlü biçimlere bürünüp yansıyabilir de yansımayabilir de (bu bir seçiş sorunudur); ama biçim ne olursa olsun çabanın kendisi, bir dil kurmak (bir dil, örnekse, sezdiğini/işittiğini sandığı sesleri algılayabilmek için kendine özgü bir dizge geliştirmek), o dil aracılığıyla önünde duran alanla iletişime girebilmek ve alan içinde atılacak her adımda anlama gidecek yolların taşlarını örmektir; o, orda yiyip içecek, orda işe gidecek, orda sevişecek ve ancak orda ora aracılığıyla, durup düşünecek ve hiç kuşkusuz artık, ordan bakacaktır.
O yer, ne?
Burası olmamaktan başka, başka olmaktan başka, hiçbir ayrıcalığı/üstünlüğü olmayan herhangi bir yer; çabanın selameti adına seçilmiş kendi bir yer... bir, alan!
Orda, şair adının pâye olarak algılanışı daha baştan reddedilmiştir; bunun gibi, şiir yazmanın, hatta güzel şiir yazmanın gururu da.
Bir yol işçisi yolunu öğreniyor,
karınca kararınca.
Şairi (herhangi bir adamı) ve çabasını böyle anlıyorum ben: şairi herhangi bir adam, şiiriyse, o adamın öğrenme çabası/alanı... Adam, kendini bilme ve anlamaya adanmışlığının kararlılığı ölçüsünde şiiri de şiiri de, öğrenecektir; belki.
Onun bu serüveni yazmasına (aktarmasına) gelince:
Kabalık etmek pahasına olsa da herkesin bildiği bir gerçeği yinelemekte fayd
Kanın bir de... çimende ve gömlekte
Dilin gecesinde, gecenin dilini çözen şiirlerle yüklü bir "ilk kitap"...
Düşleri bekleyen, gecenin sınır boylarını kolaçan eden, dahası dilin tadını çıkaran
şiirler var Gece Dili'nde: geceyi çıplak gösteren şiirler.
Tadımlık
Şair hiçbir şeyi bilmez!
Bu yargıya kendi düşünce çizgimi izleyerek mi vardım yoksa benden çok daha önce gidilmiş bir konağı mı tekrarlıyorum bilmiyorum, ama bu (özellikle de cehalet penceresinden bakınca) hiç de önemli gelmiyor bana; ben şu ya da bu nedenle buna inanıyorum: Şair hiçbir şeyi bilmez!
Dahası, şiiri de...
Söze burdan başlayınca şair adında direnmenin çelişkisi kendiliğinden çıkıyor ortaya; şiiri bilmeyen kişi şair de değildir henüz ve başka bir ad bulmak gerekir ya da daha kestirmeden, onun adını da herkesinkiyle ortaklaştırmak... adam gibi, kişi gibi.
Ama şiir var!
Çaresiz var.
Şair hiçbir şeyi bilmez iddiasının çarpıcılığı su götürmez!.. uzun bir süre kendimi bu çarpıcılığa kaptırdığımı düşündüm ben de; yanı sıra iddiayı kendi cahilliğimin kılıfı adına uydurmuş olabileceğimi de belki hâlâ öyle... ancak kendime ayaküstü haksızlık etmektense iddianın altını eşeleyip onu hesap kitaptan arınmış bir terazide tarttıkça kimi zaman kimilerinin beylik niyetlerine paravan işlevi görse de, ilk andaki tüm çarpıcılığının tersine, alabildiğine yalın ve bir o kadar da gerçek olduğunu gördüm.
Bir daha: şair hiçbir şeyi bilmez... dahası, şiiri de!
Ama sezer.
Herhangi bir adam olarak...
Bu, duymak da demektir (işitmek) ve isteyenler tarafından bilgi olarak da alınabilir (ben, alçakgönüllü olunmasından yanayım, bu konuda).
Adam, diyelim bir adam seçer kendine kendini mi?.. ya da bir iz/izlek... ama bana sorarsanız seçip seçmediğini de, neyi seçip neyi elinin tersiyle ittiğini de bilemez pek. O (herhangi biri), bir gün (herhangi bir gün) hiçbir şey bilmediğini görerek yabancı duymuştur kendini.
Öyle sanmıştır.
O, bu adamdır artık.
Böyle bir adamdır.
Yolu, böyledir.
O, o adam, artık (tarihler değişebilir), elinde tuttuğu kalemden tutun da (eli kalem tutmayabilir de), gün güneşiyle sabah akşam yıkanan (kirlenen?) sokakları yürüyebilmeyi, insanlarla adam gibi konuşabilmeyi, eviyle işi arasında asılı duran ve adına şey denen atmosferi, yeni doğmuş çocuğu babası olarak sevebilmeyi, bu otobüse niye bindiğini, akşamları (geceler bir yana) neden seviştiğini... bilmeden, şaşkın ve yabancı durup dururken, dahası gittikçe boğulurken, diyelim küçücük bir kaya parçasına takılmıştır gözü:
Yağmur yağmıyordur!.. elleri cebindedir; ve gene diyelim, o küçücük kaya parçasının söylediğini sanmıştır; diyelim, içinde akan ırmaklarını, o küçücük kaya parçasının kendi denizlerini... gördüğünü sanmıştır.
Örnek hiç kuşkusuz abartılı ve bir o kadar da yalın, ama o kaya parçası herhangi bir insana, arkadaşa, sevgiliye, yoğun bir âna, güzel bir kış tatiline ya da çok çeşitli çağrışımlarıyla bir hücreye dönüştürülebilir ve söz konusu adamın sanmaları bu örneklerden herhangi biri aracılığıyla daha akla yakın bir oluş sürecinde tanımlanabilir. Şu ya da bu kaynaklı, söz konusu olan, herhangi bir adamın herhangi bir gün herhangi bir biçimde bütün cehaleti ve yabancılığı içinde kendisine az çok tanıdık gelen ve aldığını sandığı ilk işaretle anlamı çağrıştıran, öylelikle de bilgiyi vaat eden bir yerde durmuş/bulunmuş olmasıdır; öyle sanmasıdır.
Onun sezdiğini sanması, burda, öncenin yoksanışı ve yeniye yöneliştir; aynıdan başkaya ya da mutlak cehalet içinden bilginin kıvılcımlanışına yöneliş.
Bu yöneliş, kararlılığı ölçüsünde bir adanışı da dayatır; ancak adanmak, içerdiği iddianın büyüklüğünün tersine ve salt anlamıyla bir seçişi belirtir olmanın ötesinde pek de bir şey koymaz adamın ellerine; adanmak, sadece istekli oluşun bir göstergesidir, burda değil de orda olmak isteğinin bir anlamda (ve görünür) sözleşmesi.
Adam, artık elleri koynunda beklemeyecektir: o kaya parçasının söylediğini sanarak orda durmayı (bu arada bir adamı ve bir yolu da belki) seçmiştir, başka bir alanı reddedip orda olmuştur ve diyelim o alanın adı da şiirdir... Seçimini (bir kez) yapmış olan adam öylece her gün, her gece, her yıl (binlerce yıl) o kaya parçasının yanı başına gelmekte, onun söylediklerini dinlemekte, içinden geçen gemileri seyretmekte (sanmakta) ama ne kayanın ne söylediğini ne de gemilerin denizinin ne olduğunu/nereye olduğunu biliyor... kulağında ve gözlerinde sürekli bir şarkı, ama kaya sırrını gösterse de vermiyor.
Adam, burda (galiba burda), bir dile yeltenir.
Bu yelteniş, temelde, sezdiğini (hatta işittiğini) sandığı seslerin, gözlerinin önünde bir zümrüt kutusuymuşçasına renkten renge sıçrayan görüntülerin şifresini çözmek, giderek onlarla bir alışverişi sağlamak ve öylelikle o alana kabul edilmek adınadır; umar ki, o dili kurabilirse bilmenin kapıları aralanacak.
Bu dile yeltenişin sonucu (ürün), türlü biçimlere bürünüp yansıyabilir de yansımayabilir de (bu bir seçiş sorunudur); ama biçim ne olursa olsun çabanın kendisi, bir dil kurmak (bir dil, örnekse, sezdiğini/işittiğini sandığı sesleri algılayabilmek için kendine özgü bir dizge geliştirmek), o dil aracılığıyla önünde duran alanla iletişime girebilmek ve alan içinde atılacak her adımda anlama gidecek yolların taşlarını örmektir; o, orda yiyip içecek, orda işe gidecek, orda sevişecek ve ancak orda ora aracılığıyla, durup düşünecek ve hiç kuşkusuz artık, ordan bakacaktır.
O yer, ne?
Burası olmamaktan başka, başka olmaktan başka, hiçbir ayrıcalığı/üstünlüğü olmayan herhangi bir yer; çabanın selameti adına seçilmiş kendi bir yer... bir, alan!
Orda, şair adının pâye olarak algılanışı daha baştan reddedilmiştir; bunun gibi, şiir yazmanın, hatta güzel şiir yazmanın gururu da.
Bir yol işçisi yolunu öğreniyor,
karınca kararınca.
Şairi (herhangi bir adamı) ve çabasını böyle anlıyorum ben: şairi herhangi bir adam, şiiriyse, o adamın öğrenme çabası/alanı... Adam, kendini bilme ve anlamaya adanmışlığının kararlılığı ölçüsünde şiiri de şiiri de, öğrenecektir; belki.
Onun bu serüveni yazmasına (aktarmasına) gelince:
Kabalık etmek pahasına olsa da herkesin bildiği bir gerçeği yinelemekte fayd
- Açıklama
- hançerin yaşını söyle bana, hadi söyle!
Kanın bir de... çimende ve gömlekte
Dilin gecesinde, gecenin dilini çözen şiirlerle yüklü bir "ilk kitap"...
Düşleri bekleyen, gecenin sınır boylarını kolaçan eden, dahası dilin tadını çıkaran
şiirler var Gece Dili'nde: geceyi çıplak gösteren şiirler.
Tadımlık
Şair hiçbir şeyi bilmez!
Bu yargıya kendi düşünce çizgimi izleyerek mi vardım yoksa benden çok daha önce gidilmiş bir konağı mı tekrarlıyorum bilmiyorum, ama bu (özellikle de cehalet penceresinden bakınca) hiç de önemli gelmiyor bana; ben şu ya da bu nedenle buna inanıyorum: Şair hiçbir şeyi bilmez!
Dahası, şiiri de...
Söze burdan başlayınca şair adında direnmenin çelişkisi kendiliğinden çıkıyor ortaya; şiiri bilmeyen kişi şair de değildir henüz ve başka bir ad bulmak gerekir ya da daha kestirmeden, onun adını da herkesinkiyle ortaklaştırmak... adam gibi, kişi gibi.
Ama şiir var!
Çaresiz var.
Şair hiçbir şeyi bilmez iddiasının çarpıcılığı su götürmez!.. uzun bir süre kendimi bu çarpıcılığa kaptırdığımı düşündüm ben de; yanı sıra iddiayı kendi cahilliğimin kılıfı adına uydurmuş olabileceğimi de belki hâlâ öyle... ancak kendime ayaküstü haksızlık etmektense iddianın altını eşeleyip onu hesap kitaptan arınmış bir terazide tarttıkça kimi zaman kimilerinin beylik niyetlerine paravan işlevi görse de, ilk andaki tüm çarpıcılığının tersine, alabildiğine yalın ve bir o kadar da gerçek olduğunu gördüm.
Bir daha: şair hiçbir şeyi bilmez... dahası, şiiri de!
Ama sezer.
Herhangi bir adam olarak...
Bu, duymak da demektir (işitmek) ve isteyenler tarafından bilgi olarak da alınabilir (ben, alçakgönüllü olunmasından yanayım, bu konuda).
Adam, diyelim bir adam seçer kendine kendini mi?.. ya da bir iz/izlek... ama bana sorarsanız seçip seçmediğini de, neyi seçip neyi elinin tersiyle ittiğini de bilemez pek. O (herhangi biri), bir gün (herhangi bir gün) hiçbir şey bilmediğini görerek yabancı duymuştur kendini.
Öyle sanmıştır.
O, bu adamdır artık.
Böyle bir adamdır.
Yolu, böyledir.
O, o adam, artık (tarihler değişebilir), elinde tuttuğu kalemden tutun da (eli kalem tutmayabilir de), gün güneşiyle sabah akşam yıkanan (kirlenen?) sokakları yürüyebilmeyi, insanlarla adam gibi konuşabilmeyi, eviyle işi arasında asılı duran ve adına şey denen atmosferi, yeni doğmuş çocuğu babası olarak sevebilmeyi, bu otobüse niye bindiğini, akşamları (geceler bir yana) neden seviştiğini... bilmeden, şaşkın ve yabancı durup dururken, dahası gittikçe boğulurken, diyelim küçücük bir kaya parçasına takılmıştır gözü:
Yağmur yağmıyordur!.. elleri cebindedir; ve gene diyelim, o küçücük kaya parçasının söylediğini sanmıştır; diyelim, içinde akan ırmaklarını, o küçücük kaya parçasının kendi denizlerini... gördüğünü sanmıştır.
Örnek hiç kuşkusuz abartılı ve bir o kadar da yalın, ama o kaya parçası herhangi bir insana, arkadaşa, sevgiliye, yoğun bir âna, güzel bir kış tatiline ya da çok çeşitli çağrışımlarıyla bir hücreye dönüştürülebilir ve söz konusu adamın sanmaları bu örneklerden herhangi biri aracılığıyla daha akla yakın bir oluş sürecinde tanımlanabilir. Şu ya da bu kaynaklı, söz konusu olan, herhangi bir adamın herhangi bir gün herhangi bir biçimde bütün cehaleti ve yabancılığı içinde kendisine az çok tanıdık gelen ve aldığını sandığı ilk işaretle anlamı çağrıştıran, öylelikle de bilgiyi vaat eden bir yerde durmuş/bulunmuş olmasıdır; öyle sanmasıdır.
Onun sezdiğini sanması, burda, öncenin yoksanışı ve yeniye yöneliştir; aynıdan başkaya ya da mutlak cehalet içinden bilginin kıvılcımlanışına yöneliş.
Bu yöneliş, kararlılığı ölçüsünde bir adanışı da dayatır; ancak adanmak, içerdiği iddianın büyüklüğünün tersine ve salt anlamıyla bir seçişi belirtir olmanın ötesinde pek de bir şey koymaz adamın ellerine; adanmak, sadece istekli oluşun bir göstergesidir, burda değil de orda olmak isteğinin bir anlamda (ve görünür) sözleşmesi.
Adam, artık elleri koynunda beklemeyecektir: o kaya parçasının söylediğini sanarak orda durmayı (bu arada bir adamı ve bir yolu da belki) seçmiştir, başka bir alanı reddedip orda olmuştur ve diyelim o alanın adı da şiirdir... Seçimini (bir kez) yapmış olan adam öylece her gün, her gece, her yıl (binlerce yıl) o kaya parçasının yanı başına gelmekte, onun söylediklerini dinlemekte, içinden geçen gemileri seyretmekte (sanmakta) ama ne kayanın ne söylediğini ne de gemilerin denizinin ne olduğunu/nereye olduğunu biliyor... kulağında ve gözlerinde sürekli bir şarkı, ama kaya sırrını gösterse de vermiyor.
Adam, burda (galiba burda), bir dile yeltenir.
Bu yelteniş, temelde, sezdiğini (hatta işittiğini) sandığı seslerin, gözlerinin önünde bir zümrüt kutusuymuşçasına renkten renge sıçrayan görüntülerin şifresini çözmek, giderek onlarla bir alışverişi sağlamak ve öylelikle o alana kabul edilmek adınadır; umar ki, o dili kurabilirse bilmenin kapıları aralanacak.
Bu dile yeltenişin sonucu (ürün), türlü biçimlere bürünüp yansıyabilir de yansımayabilir de (bu bir seçiş sorunudur); ama biçim ne olursa olsun çabanın kendisi, bir dil kurmak (bir dil, örnekse, sezdiğini/işittiğini sandığı sesleri algılayabilmek için kendine özgü bir dizge geliştirmek), o dil aracılığıyla önünde duran alanla iletişime girebilmek ve alan içinde atılacak her adımda anlama gidecek yolların taşlarını örmektir; o, orda yiyip içecek, orda işe gidecek, orda sevişecek ve ancak orda ora aracılığıyla, durup düşünecek ve hiç kuşkusuz artık, ordan bakacaktır.
O yer, ne?
Burası olmamaktan başka, başka olmaktan başka, hiçbir ayrıcalığı/üstünlüğü olmayan herhangi bir yer; çabanın selameti adına seçilmiş kendi bir yer... bir, alan!
Orda, şair adının pâye olarak algılanışı daha baştan reddedilmiştir; bunun gibi, şiir yazmanın, hatta güzel şiir yazmanın gururu da.
Bir yol işçisi yolunu öğreniyor,
karınca kararınca.
Şairi (herhangi bir adamı) ve çabasını böyle anlıyorum ben: şairi herhangi bir adam, şiiriyse, o adamın öğrenme çabası/alanı... Adam, kendini bilme ve anlamaya adanmışlığının kararlılığı ölçüsünde şiiri de şiiri de, öğrenecektir; belki.
Onun bu serüveni yazmasına (aktarmasına) gelince:
Kabalık etmek pahasına olsa da herkesin bildiği bir gerçeği yinelemekte fayd
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.