Geçmiş Hayatların İzinde
Bir ara, -galiba biraz fazlaca kaçırmıştı bu akşam!
Vasil Enişte rakı kadehini benimkine şöyle sertçe vurup, iç çekerek dikti kafasına:
“Off vre Aleko, gitmek mi zor, kalmak mı zor, söyle bakalım şimdi, ne demek lazım bu işe? Bak işte gitmişler, ama hâlâ bir parçaları burada. Kopamamışlar. Şu, bu topraklarla hiç ilgisi olmayan kızcağız bile, burada arıyor kendini, kendine ait bir şeyleri. Öte yandan… Biz kaldık işte. Git dediler, gitmedik, direndik, kaldık. İyi mi ettik? İyi ettik tabii, lafı mı olur? Ama yine de… Ne bileyim be Aleko. Keşke böyle olmasaydı bu işler. Keşke kendi aralarında verdikleri hükmü yapıştırmadan alnımıza, Türkü, Rumu, Ermenisi, Yahudisi, Kürdü… Bize de sorsalardı bir kere, ne istiyoruz diye…”
Sonra, ani bir hareketle kalktı masadan, merdivenlerde kayboldu. Bir dakika sonra, elinde kocaman bir sazla döndü geri. Doğrusu hiç bilmiyordum eniştemin saz çaldığını.
Halam da en az benim kadar şaşırmıştı sazı görünce:
“Hayrola Vasil?” dedi, “Yıllardır dokunmuyordun sazına, ne oldu böyle birdenbire?”
“Ne bileyim be agapimu” diye sevecenlikle yanıtladı sazın akordunu yaparken bir yandan eniştem, “Günü bugünmüş demek ki.”
Boşalmış olan kadehini doldurdu yavaşça, az su koydu üstüne, irice bir yudum aldı rakısından, boğazını temizledi, önce bir şeyler arıyormuş gibi birkaç kez öylesine vurdu sazın tellerine, gözlerini kapattı sonra, derin bir nefes aldı…
“Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar-û namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Haydar Haydar, taşa çaldım, kime ne!”
- Açıklama
Bir ara, -galiba biraz fazlaca kaçırmıştı bu akşam!
Vasil Enişte rakı kadehini benimkine şöyle sertçe vurup, iç çekerek dikti kafasına:
“Off vre Aleko, gitmek mi zor, kalmak mı zor, söyle bakalım şimdi, ne demek lazım bu işe? Bak işte gitmişler, ama hâlâ bir parçaları burada. Kopamamışlar. Şu, bu topraklarla hiç ilgisi olmayan kızcağız bile, burada arıyor kendini, kendine ait bir şeyleri. Öte yandan… Biz kaldık işte. Git dediler, gitmedik, direndik, kaldık. İyi mi ettik? İyi ettik tabii, lafı mı olur? Ama yine de… Ne bileyim be Aleko. Keşke böyle olmasaydı bu işler. Keşke kendi aralarında verdikleri hükmü yapıştırmadan alnımıza, Türkü, Rumu, Ermenisi, Yahudisi, Kürdü… Bize de sorsalardı bir kere, ne istiyoruz diye…”
Sonra, ani bir hareketle kalktı masadan, merdivenlerde kayboldu. Bir dakika sonra, elinde kocaman bir sazla döndü geri. Doğrusu hiç bilmiyordum eniştemin saz çaldığını.
Halam da en az benim kadar şaşırmıştı sazı görünce:
“Hayrola Vasil?” dedi, “Yıllardır dokunmuyordun sazına, ne oldu böyle birdenbire?”
“Ne bileyim be agapimu” diye sevecenlikle yanıtladı sazın akordunu yaparken bir yandan eniştem, “Günü bugünmüş demek ki.”
Boşalmış olan kadehini doldurdu yavaşça, az su koydu üstüne, irice bir yudum aldı rakısından, boğazını temizledi, önce bir şeyler arıyormuş gibi birkaç kez öylesine vurdu sazın tellerine, gözlerini kapattı sonra, derin bir nefes aldı…
“Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar-û namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Haydar Haydar, taşa çaldım, kime ne!”
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.