“Aşk ne kadar çok şey olabilirdi, bunu anladım.”
Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe, kült metinlere dönüşen Doppler ve Bildiğimiz Dünyanın Sonu'ndan önce, henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı, beyazperdeye de aktarılan Kadının Fendi'nde, değişen ilişki biçimlerine ve kadın-erkek rollerine esprili ve incelikli üslubuyla yaklaşıyor: Muhtemel aşk mı, ezeli düşman mı?
Postmodern dünyanın aynasında yerini yönünü bulmakta zorlanan genç bir adamla o adamın tekdüze hayatına bir anda dahil olan kararlı bir genç kadının inişli çıkışlı ilişkisine odaklanıyor Loe: Sınırlarını her geçen gün biraz daha genişleten Marianne'nin yaşam alanıyla birlikte kalbini de işgal etmesi karşısında ne yapacağını bilemeyen genç adamın önünde iki seçenek vardır: Ya kendine özgü düşünceleri, tuhaf arzuları, sıradışı dramları ve sarı komodiniyle hayatının baş köşesinde fırtınalar estiren Marianne ile mücadele edecek ya da direnmeyi bırakıp onun dümen suyuna girecektir.
“Tek başımaydım. Marianne yoktu artık. Başkası da yoktu. Yalnızca ben vardım. Marianne'yi korktuğum kadar çok düşünmedim. İlişkimiz önemsizmiş, gözetilecek çok fazla bir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştım ve sonunda onu küçümsemeyi başardım. Salonda bir sandalyede oturup şarabımı içerken yaşadıklarımızı düşünüp durdum.”
- Açıklama
“Aşk ne kadar çok şey olabilirdi, bunu anladım.”
Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe, kült metinlere dönüşen Doppler ve Bildiğimiz Dünyanın Sonu'ndan önce, henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı, beyazperdeye de aktarılan Kadının Fendi'nde, değişen ilişki biçimlerine ve kadın-erkek rollerine esprili ve incelikli üslubuyla yaklaşıyor: Muhtemel aşk mı, ezeli düşman mı?
Postmodern dünyanın aynasında yerini yönünü bulmakta zorlanan genç bir adamla o adamın tekdüze hayatına bir anda dahil olan kararlı bir genç kadının inişli çıkışlı ilişkisine odaklanıyor Loe: Sınırlarını her geçen gün biraz daha genişleten Marianne'nin yaşam alanıyla birlikte kalbini de işgal etmesi karşısında ne yapacağını bilemeyen genç adamın önünde iki seçenek vardır: Ya kendine özgü düşünceleri, tuhaf arzuları, sıradışı dramları ve sarı komodiniyle hayatının baş köşesinde fırtınalar estiren Marianne ile mücadele edecek ya da direnmeyi bırakıp onun dümen suyuna girecektir.
“Tek başımaydım. Marianne yoktu artık. Başkası da yoktu. Yalnızca ben vardım. Marianne'yi korktuğum kadar çok düşünmedim. İlişkimiz önemsizmiş, gözetilecek çok fazla bir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştım ve sonunda onu küçümsemeyi başardım. Salonda bir sandalyede oturup şarabımı içerken yaşadıklarımızı düşünüp durdum.”
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.