Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789750806530
Boyut
165-220
Sayfa Sayısı
80
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Basım Tarihi
2003-09
Kapak Türü
Ciltli
Kağıt Türü
1.Hamur
Dili
Türkçe
9789750806530
394076
https://www.kitapburada.com/kitap/kolo-ciltli
Kolo (Ciltli)
10.00
Dağların, çocukluğun, sevmenin masalı... Yokoluşun, Keban Barajının suları altında kalan Borkin köyünün inceden inceye ağıtı; anlatımı, anlattıkları ve hatırlattıklarıyla düşle gerçek arasında görünmez bir köprü... Vedat Dalokay 1979 Dünya Çocuk Yılı için yazdığı bu masalı, yediden yetmişe tüm kuşaklara armağan etti.
Tadımlık
Sunuş
Çocukluğumun önemli bölümü, Süpürgeç Dağına yaslanmış bağlar bahçeler arasında kurulu Pertekte geçti. Deliçay Muratın tam kıyısındaki Pertekin 8-10 hanelik küçücük köyü Borkin, dedem Mustafa Ağanındı. Şako Bacının ve Kolonun bu şirin köyü şimdi Keban Baraj Gölünün 40 metre altındadır.
Kolo benim çocukluk anılarımdır. Tüm malzemesi, Kolo ve tekesi, Şako, hayın kurt, Deliçay, Gulo Dayı, pireler ve türküler gerçektir. Olaylar da gerçek: Kolonun bir kova dolusu süt vermesi, sürünün Deliçayın ötesine geçmesi, Koloların kaybolduğu yerde Üçpınarın doğması... Olmaz demeyin, ben öyle anımsıyorum ve de öyle olmasını istiyorum. Üstelik düş karışmamış ham gerçeğin pek öyle tadı yoktur.
Beş çocuğum ve karımla, yani 14 ayakla toprağa basan bir babayım. Her çocuğumla birlikte çocukluğumu yeniden yaşadım ve tam beş kez yeniden doğup yeniden büyüdüm. Yatak odama bitişik öteki odalardan bugün bile ilkokuldan üniversiteye kadar sesler geliyor.
On beş yıl önce bir tatil günü, anaları çarşı pazara gidince, Beloş, Hakko ve Siboşa masal anlatmak bana düştü. Önce onlara nasıl doğduklarını anlattım, yetmedi; kendi çocukluk anılarıma başladım...
Sevmişlerdi Koloyu ve Şako Bacıyı. Son gelen Barışla Gözdeye de anlatmak gerektiğinde, paçamı kurtarmak için size yazacağım bunları, diye söz verdim. Yapmakta olduğum bir cami inşaatı için İslamabadda bulunduğum bir sırada, (1979 Dünya Çocuk Yılı, Mart ayında) iki gecede Kolonun öyküsünü yazdım. Sabahleyin okuduğumda çok fena bozulmuştum. Malzeme iyiydi ama, her şey karmakarışıktı ve dili de öyle çocukların anlayacağı gibi değildi.
30 yıllık mimarlığıma sığındım. Tüm malzemeyi, zamanı, olayları, bir anaokulu inşa eder gibi yeniden ele aldım. Moloz taşı, tuğlayı, kiremiti, yani Koloyu, Şakoyu, tekeyi, her şeyi huyuna ve biçimine göre zamanda ve mekânda yeniden düzenledim. Yoğun betimlemeleri, gereksiz ayrıntıları silip süpürdüm. Yani anlayacağınız Kolonun dişlerini bir temiz fırçaladım. Çocuklarımın, Ne demek baba? diyecekleri bütün sözcük ve tümceleri attım. Bitirirken de Kolonun, Kolofoşun, Şakonun kim olduğunu anlatan son yaprağı yazdım, tamam oldu...
Koloyu yayımlamadan ve kitap haline getirmeden önce karıma, çocuklarıma ve yakın arkadaşlarıma okudum. Özellikle değerli arkadaşlarım Demirtaş Ceyhun ve Tahsin Saraç sevdiklerini, beğendiklerini söyleyerek beni çok yüreklendirdiler. Basıldı. Bir küçük masal oldu. Masalı hem çocuklar hem de büyükler ilgiyle okuduklarını söylüyorlardı. Hatta küçükler devreden çıkmış, Koloyu büyükler okuyor, Türk Dil Kurumunun büyüklerden kurulu Seçici Kurulu da çocuk masalı Koloyu ödüle yaraşır görüyordu...
Şimdi düşünüyorum: Masal kimler için yazılır? Sanırım güzel masal, çocuğa da, dedeye de seslenir; yediden yetmişe tüm kuşaklara... Çocukların büyük ve büyüklerin çocuk yanları masalda birleşir, bilgelikten uzak tatlı bir bileşim olur.
Mesajınız nedir Koloyla? Toplumumuza ne vermek, ne söylemek istediniz? türünden bir dolu soruyla karşılaşıyorum. Ben çocuklarıma verdiğim bir sözü yerine getirmiştim. Yazmaya başladığımda mesajım falan yoktu. Yani toplumcu bir yapıt yapma savı... Şakoya, Koloya ve çocuklara olan sözümü ve sevgimi somutlaştırmak istemiştim, o kadar. Fakat öyküyü bitirip ilk okuduğumda, Doğunun bin yıllık çilesine, öfkesine, kan davalarına, topraksızlığa, gurbete gidişe, tanrı ve ölüm kavramına, Doğunun sert ve amansız ve fakat ölesiye güzel doğasıyla yaşam savaşımı vermeye çalışan birçok satır ve bölümlere yer verdiğimi gördüm. Hele Baraj öyküsünde, Doğuya uygarlık götürüyoruz diye yola çıkan bir devletin, doğayı ve insanı, yani tüm yaşamı nasıl umursamadığını, bin yıllık yaşam ve yüz bin yıllık doğayı nasıl yok ettiğini anlatmıştım. Bunu gözlerimle görmüş ve yaşamıştım. Jandarmalı devlet gitmişti ama daha beteri, barajlı devlet gelmişti. İkincisi daha beterdi Şako Bacı ve Kolo için.
Jandarma takımı yavru Koloların ölümüydü ama, barajlı devlet, doğanın, tüm varlıkların, Kolonun ve Şakonun ve köylülerin sonu idi.
Ben Şakoyu, Koloyu ve yaşadıkları yöreyi masala korken yürüyen hayat, sosyal, politik ve ekonomik yapısıyla masalda yerini almıştı. Vallahi bunun farkında bile değildim. Ama farkında olduğum, doğrusunu bildiğim bazı olayları da yazarlığın hınzırlık yanına getirerek değiştirmiştim. Örneğin Şako Bacının ölümü, masaldaki gibi yatağında olmamıştı. Şako Bacı, köyünü bir baştan bir başa bıçak gibi ortadan yaran şehirlerarası bir yolda bir kamyonun altında can çekişerek ölmüştü. Vücudunun birçok parçası kamyona ve asfalta yapışmıştı. Köye uygarlık getiren yol, Şakoyu ve doğayı bir ustura gibi doğramış, koyun ve keçi sürülerinin keyfini kaçırmıştı. Yolun uzak yakın çevresi, her yer pis bir ölüm tozuyla örtülmüştü. İnanın bana, kan çanağı gelincikler bile tozdan seçilmiyordu. Devletin barajı bir türlü, yolu başka türlü katildi. Şako Bacı böyle ölmemeliydi. Ona yakışmıyordu. Şako Bacıya ölüm güzel gelmeliydi. Acısız ve çektirmeden. Şakonun yazgısında heyhat bu yokmuş meğerse. Ama istediği o güzel ölümü, öyküde ona ben verdim. İnanmanızı isterim: Koloyu yazmaya başlarken bunları hiç düşünmemiştim.
Türk Dil Kurumu ödüllerini paylaşanları, Sayın Başkan, konuklara tanıtırken yanılmıyorsam Dilimizin yeni ustaları gibi bir deyim kullandı. Düşünüyorum şimdi, şu konuştuğum dile ne katkım olmuştur Kolo adlı masalda? bilemiyorum, fakat yazarken başıma gelen sıkıntıları söylemek istiyorum. Masalı yalın, duru sözcükler ve kısa tümcelerle örmeliydim. Doku karmakarışık olmamalıydı. Çocuklar bunu duyacaktı. Sonra, son derece yalın bir biçim de doğru olmazdı deyip, düz sahifelerde bazı sözcüklerin kabarmasını istedim. Sanki, üçüncü bir boyut vermek istedim kâğıda. Bu, kimi kez sütün sesi fışş, fışş, kimi kez kesilen yünlerin sesi hart, hart çoğu kez de Koloların sesi oldu. Rüzgâra kapılan,
Tadımlık
Sunuş
Çocukluğumun önemli bölümü, Süpürgeç Dağına yaslanmış bağlar bahçeler arasında kurulu Pertekte geçti. Deliçay Muratın tam kıyısındaki Pertekin 8-10 hanelik küçücük köyü Borkin, dedem Mustafa Ağanındı. Şako Bacının ve Kolonun bu şirin köyü şimdi Keban Baraj Gölünün 40 metre altındadır.
Kolo benim çocukluk anılarımdır. Tüm malzemesi, Kolo ve tekesi, Şako, hayın kurt, Deliçay, Gulo Dayı, pireler ve türküler gerçektir. Olaylar da gerçek: Kolonun bir kova dolusu süt vermesi, sürünün Deliçayın ötesine geçmesi, Koloların kaybolduğu yerde Üçpınarın doğması... Olmaz demeyin, ben öyle anımsıyorum ve de öyle olmasını istiyorum. Üstelik düş karışmamış ham gerçeğin pek öyle tadı yoktur.
Beş çocuğum ve karımla, yani 14 ayakla toprağa basan bir babayım. Her çocuğumla birlikte çocukluğumu yeniden yaşadım ve tam beş kez yeniden doğup yeniden büyüdüm. Yatak odama bitişik öteki odalardan bugün bile ilkokuldan üniversiteye kadar sesler geliyor.
On beş yıl önce bir tatil günü, anaları çarşı pazara gidince, Beloş, Hakko ve Siboşa masal anlatmak bana düştü. Önce onlara nasıl doğduklarını anlattım, yetmedi; kendi çocukluk anılarıma başladım...
Sevmişlerdi Koloyu ve Şako Bacıyı. Son gelen Barışla Gözdeye de anlatmak gerektiğinde, paçamı kurtarmak için size yazacağım bunları, diye söz verdim. Yapmakta olduğum bir cami inşaatı için İslamabadda bulunduğum bir sırada, (1979 Dünya Çocuk Yılı, Mart ayında) iki gecede Kolonun öyküsünü yazdım. Sabahleyin okuduğumda çok fena bozulmuştum. Malzeme iyiydi ama, her şey karmakarışıktı ve dili de öyle çocukların anlayacağı gibi değildi.
30 yıllık mimarlığıma sığındım. Tüm malzemeyi, zamanı, olayları, bir anaokulu inşa eder gibi yeniden ele aldım. Moloz taşı, tuğlayı, kiremiti, yani Koloyu, Şakoyu, tekeyi, her şeyi huyuna ve biçimine göre zamanda ve mekânda yeniden düzenledim. Yoğun betimlemeleri, gereksiz ayrıntıları silip süpürdüm. Yani anlayacağınız Kolonun dişlerini bir temiz fırçaladım. Çocuklarımın, Ne demek baba? diyecekleri bütün sözcük ve tümceleri attım. Bitirirken de Kolonun, Kolofoşun, Şakonun kim olduğunu anlatan son yaprağı yazdım, tamam oldu...
Koloyu yayımlamadan ve kitap haline getirmeden önce karıma, çocuklarıma ve yakın arkadaşlarıma okudum. Özellikle değerli arkadaşlarım Demirtaş Ceyhun ve Tahsin Saraç sevdiklerini, beğendiklerini söyleyerek beni çok yüreklendirdiler. Basıldı. Bir küçük masal oldu. Masalı hem çocuklar hem de büyükler ilgiyle okuduklarını söylüyorlardı. Hatta küçükler devreden çıkmış, Koloyu büyükler okuyor, Türk Dil Kurumunun büyüklerden kurulu Seçici Kurulu da çocuk masalı Koloyu ödüle yaraşır görüyordu...
Şimdi düşünüyorum: Masal kimler için yazılır? Sanırım güzel masal, çocuğa da, dedeye de seslenir; yediden yetmişe tüm kuşaklara... Çocukların büyük ve büyüklerin çocuk yanları masalda birleşir, bilgelikten uzak tatlı bir bileşim olur.
Mesajınız nedir Koloyla? Toplumumuza ne vermek, ne söylemek istediniz? türünden bir dolu soruyla karşılaşıyorum. Ben çocuklarıma verdiğim bir sözü yerine getirmiştim. Yazmaya başladığımda mesajım falan yoktu. Yani toplumcu bir yapıt yapma savı... Şakoya, Koloya ve çocuklara olan sözümü ve sevgimi somutlaştırmak istemiştim, o kadar. Fakat öyküyü bitirip ilk okuduğumda, Doğunun bin yıllık çilesine, öfkesine, kan davalarına, topraksızlığa, gurbete gidişe, tanrı ve ölüm kavramına, Doğunun sert ve amansız ve fakat ölesiye güzel doğasıyla yaşam savaşımı vermeye çalışan birçok satır ve bölümlere yer verdiğimi gördüm. Hele Baraj öyküsünde, Doğuya uygarlık götürüyoruz diye yola çıkan bir devletin, doğayı ve insanı, yani tüm yaşamı nasıl umursamadığını, bin yıllık yaşam ve yüz bin yıllık doğayı nasıl yok ettiğini anlatmıştım. Bunu gözlerimle görmüş ve yaşamıştım. Jandarmalı devlet gitmişti ama daha beteri, barajlı devlet gelmişti. İkincisi daha beterdi Şako Bacı ve Kolo için.
Jandarma takımı yavru Koloların ölümüydü ama, barajlı devlet, doğanın, tüm varlıkların, Kolonun ve Şakonun ve köylülerin sonu idi.
Ben Şakoyu, Koloyu ve yaşadıkları yöreyi masala korken yürüyen hayat, sosyal, politik ve ekonomik yapısıyla masalda yerini almıştı. Vallahi bunun farkında bile değildim. Ama farkında olduğum, doğrusunu bildiğim bazı olayları da yazarlığın hınzırlık yanına getirerek değiştirmiştim. Örneğin Şako Bacının ölümü, masaldaki gibi yatağında olmamıştı. Şako Bacı, köyünü bir baştan bir başa bıçak gibi ortadan yaran şehirlerarası bir yolda bir kamyonun altında can çekişerek ölmüştü. Vücudunun birçok parçası kamyona ve asfalta yapışmıştı. Köye uygarlık getiren yol, Şakoyu ve doğayı bir ustura gibi doğramış, koyun ve keçi sürülerinin keyfini kaçırmıştı. Yolun uzak yakın çevresi, her yer pis bir ölüm tozuyla örtülmüştü. İnanın bana, kan çanağı gelincikler bile tozdan seçilmiyordu. Devletin barajı bir türlü, yolu başka türlü katildi. Şako Bacı böyle ölmemeliydi. Ona yakışmıyordu. Şako Bacıya ölüm güzel gelmeliydi. Acısız ve çektirmeden. Şakonun yazgısında heyhat bu yokmuş meğerse. Ama istediği o güzel ölümü, öyküde ona ben verdim. İnanmanızı isterim: Koloyu yazmaya başlarken bunları hiç düşünmemiştim.
Türk Dil Kurumu ödüllerini paylaşanları, Sayın Başkan, konuklara tanıtırken yanılmıyorsam Dilimizin yeni ustaları gibi bir deyim kullandı. Düşünüyorum şimdi, şu konuştuğum dile ne katkım olmuştur Kolo adlı masalda? bilemiyorum, fakat yazarken başıma gelen sıkıntıları söylemek istiyorum. Masalı yalın, duru sözcükler ve kısa tümcelerle örmeliydim. Doku karmakarışık olmamalıydı. Çocuklar bunu duyacaktı. Sonra, son derece yalın bir biçim de doğru olmazdı deyip, düz sahifelerde bazı sözcüklerin kabarmasını istedim. Sanki, üçüncü bir boyut vermek istedim kâğıda. Bu, kimi kez sütün sesi fışş, fışş, kimi kez kesilen yünlerin sesi hart, hart çoğu kez de Koloların sesi oldu. Rüzgâra kapılan,
- Açıklama
- Dağların, çocukluğun, sevmenin masalı... Yokoluşun, Keban Barajının suları altında kalan Borkin köyünün inceden inceye ağıtı; anlatımı, anlattıkları ve hatırlattıklarıyla düşle gerçek arasında görünmez bir köprü... Vedat Dalokay 1979 Dünya Çocuk Yılı için yazdığı bu masalı, yediden yetmişe tüm kuşaklara armağan etti.
Tadımlık
Sunuş
Çocukluğumun önemli bölümü, Süpürgeç Dağına yaslanmış bağlar bahçeler arasında kurulu Pertekte geçti. Deliçay Muratın tam kıyısındaki Pertekin 8-10 hanelik küçücük köyü Borkin, dedem Mustafa Ağanındı. Şako Bacının ve Kolonun bu şirin köyü şimdi Keban Baraj Gölünün 40 metre altındadır.
Kolo benim çocukluk anılarımdır. Tüm malzemesi, Kolo ve tekesi, Şako, hayın kurt, Deliçay, Gulo Dayı, pireler ve türküler gerçektir. Olaylar da gerçek: Kolonun bir kova dolusu süt vermesi, sürünün Deliçayın ötesine geçmesi, Koloların kaybolduğu yerde Üçpınarın doğması... Olmaz demeyin, ben öyle anımsıyorum ve de öyle olmasını istiyorum. Üstelik düş karışmamış ham gerçeğin pek öyle tadı yoktur.
Beş çocuğum ve karımla, yani 14 ayakla toprağa basan bir babayım. Her çocuğumla birlikte çocukluğumu yeniden yaşadım ve tam beş kez yeniden doğup yeniden büyüdüm. Yatak odama bitişik öteki odalardan bugün bile ilkokuldan üniversiteye kadar sesler geliyor.
On beş yıl önce bir tatil günü, anaları çarşı pazara gidince, Beloş, Hakko ve Siboşa masal anlatmak bana düştü. Önce onlara nasıl doğduklarını anlattım, yetmedi; kendi çocukluk anılarıma başladım...
Sevmişlerdi Koloyu ve Şako Bacıyı. Son gelen Barışla Gözdeye de anlatmak gerektiğinde, paçamı kurtarmak için size yazacağım bunları, diye söz verdim. Yapmakta olduğum bir cami inşaatı için İslamabadda bulunduğum bir sırada, (1979 Dünya Çocuk Yılı, Mart ayında) iki gecede Kolonun öyküsünü yazdım. Sabahleyin okuduğumda çok fena bozulmuştum. Malzeme iyiydi ama, her şey karmakarışıktı ve dili de öyle çocukların anlayacağı gibi değildi.
30 yıllık mimarlığıma sığındım. Tüm malzemeyi, zamanı, olayları, bir anaokulu inşa eder gibi yeniden ele aldım. Moloz taşı, tuğlayı, kiremiti, yani Koloyu, Şakoyu, tekeyi, her şeyi huyuna ve biçimine göre zamanda ve mekânda yeniden düzenledim. Yoğun betimlemeleri, gereksiz ayrıntıları silip süpürdüm. Yani anlayacağınız Kolonun dişlerini bir temiz fırçaladım. Çocuklarımın, Ne demek baba? diyecekleri bütün sözcük ve tümceleri attım. Bitirirken de Kolonun, Kolofoşun, Şakonun kim olduğunu anlatan son yaprağı yazdım, tamam oldu...
Koloyu yayımlamadan ve kitap haline getirmeden önce karıma, çocuklarıma ve yakın arkadaşlarıma okudum. Özellikle değerli arkadaşlarım Demirtaş Ceyhun ve Tahsin Saraç sevdiklerini, beğendiklerini söyleyerek beni çok yüreklendirdiler. Basıldı. Bir küçük masal oldu. Masalı hem çocuklar hem de büyükler ilgiyle okuduklarını söylüyorlardı. Hatta küçükler devreden çıkmış, Koloyu büyükler okuyor, Türk Dil Kurumunun büyüklerden kurulu Seçici Kurulu da çocuk masalı Koloyu ödüle yaraşır görüyordu...
Şimdi düşünüyorum: Masal kimler için yazılır? Sanırım güzel masal, çocuğa da, dedeye de seslenir; yediden yetmişe tüm kuşaklara... Çocukların büyük ve büyüklerin çocuk yanları masalda birleşir, bilgelikten uzak tatlı bir bileşim olur.
Mesajınız nedir Koloyla? Toplumumuza ne vermek, ne söylemek istediniz? türünden bir dolu soruyla karşılaşıyorum. Ben çocuklarıma verdiğim bir sözü yerine getirmiştim. Yazmaya başladığımda mesajım falan yoktu. Yani toplumcu bir yapıt yapma savı... Şakoya, Koloya ve çocuklara olan sözümü ve sevgimi somutlaştırmak istemiştim, o kadar. Fakat öyküyü bitirip ilk okuduğumda, Doğunun bin yıllık çilesine, öfkesine, kan davalarına, topraksızlığa, gurbete gidişe, tanrı ve ölüm kavramına, Doğunun sert ve amansız ve fakat ölesiye güzel doğasıyla yaşam savaşımı vermeye çalışan birçok satır ve bölümlere yer verdiğimi gördüm. Hele Baraj öyküsünde, Doğuya uygarlık götürüyoruz diye yola çıkan bir devletin, doğayı ve insanı, yani tüm yaşamı nasıl umursamadığını, bin yıllık yaşam ve yüz bin yıllık doğayı nasıl yok ettiğini anlatmıştım. Bunu gözlerimle görmüş ve yaşamıştım. Jandarmalı devlet gitmişti ama daha beteri, barajlı devlet gelmişti. İkincisi daha beterdi Şako Bacı ve Kolo için.
Jandarma takımı yavru Koloların ölümüydü ama, barajlı devlet, doğanın, tüm varlıkların, Kolonun ve Şakonun ve köylülerin sonu idi.
Ben Şakoyu, Koloyu ve yaşadıkları yöreyi masala korken yürüyen hayat, sosyal, politik ve ekonomik yapısıyla masalda yerini almıştı. Vallahi bunun farkında bile değildim. Ama farkında olduğum, doğrusunu bildiğim bazı olayları da yazarlığın hınzırlık yanına getirerek değiştirmiştim. Örneğin Şako Bacının ölümü, masaldaki gibi yatağında olmamıştı. Şako Bacı, köyünü bir baştan bir başa bıçak gibi ortadan yaran şehirlerarası bir yolda bir kamyonun altında can çekişerek ölmüştü. Vücudunun birçok parçası kamyona ve asfalta yapışmıştı. Köye uygarlık getiren yol, Şakoyu ve doğayı bir ustura gibi doğramış, koyun ve keçi sürülerinin keyfini kaçırmıştı. Yolun uzak yakın çevresi, her yer pis bir ölüm tozuyla örtülmüştü. İnanın bana, kan çanağı gelincikler bile tozdan seçilmiyordu. Devletin barajı bir türlü, yolu başka türlü katildi. Şako Bacı böyle ölmemeliydi. Ona yakışmıyordu. Şako Bacıya ölüm güzel gelmeliydi. Acısız ve çektirmeden. Şakonun yazgısında heyhat bu yokmuş meğerse. Ama istediği o güzel ölümü, öyküde ona ben verdim. İnanmanızı isterim: Koloyu yazmaya başlarken bunları hiç düşünmemiştim.
Türk Dil Kurumu ödüllerini paylaşanları, Sayın Başkan, konuklara tanıtırken yanılmıyorsam Dilimizin yeni ustaları gibi bir deyim kullandı. Düşünüyorum şimdi, şu konuştuğum dile ne katkım olmuştur Kolo adlı masalda? bilemiyorum, fakat yazarken başıma gelen sıkıntıları söylemek istiyorum. Masalı yalın, duru sözcükler ve kısa tümcelerle örmeliydim. Doku karmakarışık olmamalıydı. Çocuklar bunu duyacaktı. Sonra, son derece yalın bir biçim de doğru olmazdı deyip, düz sahifelerde bazı sözcüklerin kabarmasını istedim. Sanki, üçüncü bir boyut vermek istedim kâğıda. Bu, kimi kez sütün sesi fışş, fışş, kimi kez kesilen yünlerin sesi hart, hart çoğu kez de Koloların sesi oldu. Rüzgâra kapılan,
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.