Mahabharata İlk 5 Cilt (1. 2. 3. 4. Kitaplar)
Adi Parva 1.Kitap
“Bir yüzyıl boyunca doğmamış olan ben, annemin rahminde örtülerin altında saklanmış olarak Bhrigu soyuna mensup herkesin hatta doğmamış olanların yok edilirken attıkları çığlıkları duydum. İşte kalbimin öfkeyle dolduğu zamanlardı bunlar. Ne annem ve babam ne de hamile kadınlar ile soyumun mensuplarına hiç kimse yardım etmedi kurtulsunlar diye ölümden. Ve benim annem hiç kimsenin onları korumadığını bildiği için beni bu şekilde sakladı. Eğer yeryüzünde adaleti sağlayacak tek bir kişi olsaydı bu günahın işlenmesine hiç kimse cesaret etmeyecekti. Suç cezalandırılmazsa daha büyük bir suç işlenir. İşlenmiş bir suçu cezalandırmaya gücü olan bir adam, bir haksızlık olduğunu bildiği hâlde haklıyı savunmaz, suçluyu cezalandırmazsa aynı suçu işlemiş sayılır. Mademki babam ölürken onu kurtarmaya gücü olan kudretli krallar parmaklarını oynatmadılar, o zaman işlenmiş bu suça karşı öfkelenmiş olmaya ve onların sağlamadığı adaleti sağlamaya hakkım var. Ben yaratıcının kendisi olarak adaleti sağlamak üzere suçu işlemiş olanı yok etme hakkına sahibim!”
Sabha Parva 2.Kitap
Anonim olduğu konusunda bazı söylemler olsa da tüm dünya Bharata soyunun destansı hikâyesini, kendinden önceki ve sonraki zamanları bilme gücü kendisine verilmiş olan Krişna Vyasa Dvaipayana'nin yazdığı yüz bin beyitten oluşan Mahabharata anlatısıyla öğrendi.
Dünyada, kitap haline getirilmiş ilk destanı Mahabharata, Sanskrit dilinde (Sanskritçe) yazılmış olup on sekiz kitaplık bir dizidir. Ana kaynağından şiirsel anlatımına sadık kalarak Ayâsya tarafından yorumsuz çevrilmiştir.
Bu destan kendi içinde kendini oluşturan hikâyeleri ve bölümleriyle insanlığın döngüsünü anlatmaktadır.
“Maya, Krişna'nın bu isteğini duyunca kalbi heyecanla çarptı. Tanrıların göksel saraylarına denk bir sarayı yeryüzünde inşa edecek olmanın mutluluğu bir kenara, Kralların Kralı Yudhişthira'yı mutlu edecek bir hizmette bulunmak, zaten çok yüce bir görevdi.”
***
“Böylece onun benden istediği her şeyi yerine getirdim. Ancak Vidura, Draupadi'ye yapılanların Bharata soyunun yok edilmesi hükmünün verilmesine neden olduğunu söyledi.”
Vana Parva (1.Cilt) - 3. Kitap
…Kaderlerimiz biz henüz doğmamışken bellidir. Sergilediğimiz tüm davranışlar kaderimizin içine ekilen tohumlardır. Her şeyi kendinden yaratan ve tüm yarattıklarının sahibi olan, bizi tıpkı kuklacının iplere bağlı kuklalarını oynattığı gibi oynatıyor. Yarattığı her şeyin içine zuhur ediyor, tıpkı boşluğun her şeyin içinde baş göstermesi gibi. İşte bu nedenle yaratılmış olan her şey ona bağlıdır. Bu yüzden hepimiz gece gündüz ona ibadet ederiz. Yaratılmış hiçbir varlık kendinin efendisi değildir. Nasıl ki inciler ipe dizildiğinde ancak güzel bir kolye olur, nasıl ki bir öküzü burnuna takılan halkadan çekersin, nasıl ki kökleriyle yere sımsıkı tutunmuş bir ağaç fırtınada sağa sola savrulur ancak yerinden kopmaz, işte biz de kaderlerimizi tayin edenin emirlerini yerine getirerek yaşarız ve böylece anlam kazanır, yönümüzü bulur ve kaybolup gitmekten kurtuluruz. İnsan tüm evreni kaplayan en saf ruhun bir parçası olarak yaşamını sürdürür. Evrenin ruhun olan büyük yaratıcının arzusu doğrultusunda ya içinde ateşler yanan bu dünyaya geri geliriz ya da ebediyetle ödüllendiriliriz. Nasıl ki bir tutam saman rüzgârın karşısında tutunamaz ve esen yönde savrulur durur; insan da mutlak varlık sahibinin karşısında saklanamaz, tutunamaz ve her nereye isterse o yöne doğru hareket eder. Her şeyin içine zuhur eden, tüm davranışları ve düşünceleri kendinden yaratan ise evrenin kendisi olarak asla bir şekle sahip olmayan ve hiç değişmeden hep kalacak olandır.
Vana Parva (2.Cilt) - 3. Kitap
“Altı duyu organı içinde en tehlikelisidir düşünmek. Ne kelimelerinde ne davranışlarında, düşüncelerinde ne de kalplerinde günaha meyil etmeyenler; bedenlerini oruçla zayıflatıp nefislerini köreltenlerden daha fazla maddenin esaretinden kurtulup inzivadaymış gibi bir yaşam sürerler. Kendi türünden olanlara karşı kalbinde hiçbir merhamet taşımayan kişi isterse bedenini kutsal yazılarda yazdığı gibi temizlesin, hiçbir günahından kurtulamaz. Öfkeli ve merhametsiz bir kalp, hırs bataklığında debelenirken her defasında biraz daha batar dünya denilen maddenin içine. Kibir ve gururdan kör olmuş, açgözlü bir akıl, kalbin en büyük düşmanıdır. Bil ki kolay değildir etrafımızı saran bu maddeden kurtulmak. Varlığını erdemlerle süsleyen, tüm hayatı boyunca hayır işleyip sevap kazanan, kalabalıklar içinde olsa dahi inzivadaymış gibi bir hayat sürer. Konuşması gerekenden daha fazla konuşmayan, gereksiz yere sesini duyurmayan da öyle. Böyle biri tüm günahlarından arınmış olarak göğün kapılarından geçer. Kabul, oruç tutmak, et ve kandan meydana gelen madde, bedeni zayıflatır ve hatta hükümsüz kılar; ancak bu tek başına yeterli değildir yaşam boyu işlediğin tüm günahlarından kurtulmaya. Ne yaptığını bilmeden, kirli bir kalple ibadet eden sadece acı çeker çünkü bilir asla günahlarından kurtulamayacağını…
Bir insan duyu organlarının esaretinden kurtardığı aklını temizleyip onunla kalp evinin içine bakmayı başarırsa ne iyi ne de kötülükten ve bunların sonuçlarından etkilenmez. O, ruhu yeniden ait olana yaraşır şekilde parlayan kişi, en yüce olanın varlığını bilme haline erişir. Bu şekilde huzura ermiş ve temizlenmiş bir kalp, huzur içinde derin bir uykuya dalan ve çevresinde meydana gelen hiçbir şeyden etkilenemeyen biri gibidir. Kalbi saflık derecesine nail olmuş biri artık yaşamak için çok şeye ihtiyaç duymaz, kendinde tezahür eden yüce ruhun varlığı ile birleşir ve sabah akşam en yüce olanla hasbıhal eder. Görülemediği için bir şekli olmayan fakat tüm şekilleri kendi varlığında barındırdığı için tüm şekillerin kendisi olan yüce ruhu görür kalbindeki ışıkla. Ama bu mertebeye erişmek için, erdemin yolunu takip etmek için ve derin denizler kadar engin korku ve endişe denizini geçmek için insan açgözlülüğünü ve öfkesini yenmelidir…” MahabharataMarkandeya Samasya Parva/Vedânta Felsefesi
Virata Parva 4. Kitap
Destanlar; özellikleri itibarıyla aklımızın alamayacağı sayısız olağanüstü motiflerle süslenmiş, bir milletin karşılaşılan olaylara karşı verdiği tepkileri anlatır. Ancak bu kesinlikle uçan, kaçan, yok olan savaşçıların anlatıldığı “eğlencelik” bir yazım türü olduğu anlamına da gelmez. Destanlar kendi içlerinde sırlar barındırırlar. O dönemin toplumunun bildiği ve geleceğe aktarılması gereken sırlar.
Pisagor'dan çok önce MÖ 1.000 tarihinde yazıldığı artık kesinleşen Baudhayana Sutralar'da, 1,414215 olarak verilen ikinin karekökünün MÖ 3.150 yılındaki Kurukşetra Savaşı'nı anlatan Mahabharata'ya “Devasa Kuş Garuda” motifi ve 196 tuğladan inşa edilen “Kanatlarını açmış kartal şeklindeki sunak” ifadesi ile işlendiğini biliyor muyuz?
MÖ 500 yılında kitap hâline getirilen bir destanın içindeki bilgilerin, Baudhayana'dan çok daha önce, MÖ 3300 yılında kurulan Harappa Antik Kenti'yle başlayan İndus Vadisi Uygarlığı döneminde zaten bilindiği, yapılan kazılarda ortaya çıkartılan kanadını açmış kartal şeklindeki sunaklardan anlaşılmıştır. Ancak her zamanki gibi Batı bilimi, bu konuda suskun kalmaya ve bizi “kök yiyen” toplayıcı insan topluluklarından evrimleşmiş bir topluluk olduğumuza inandırmaya çalıyor. Pisagor'a atfedilen teoremler, ondan beş yüz yıl öncesine ait teoremler ve bugünümüzden üç bin yıl öncesine ait teoremler de aslında günümüzden beş bin üç yüz yıl öncesine ait. Biri MÖ 5.000 yılına ait (Ramayana) biri de MÖ 3.000 yılına ait (Mahabharata) destanları çevirmeye devam ettikçe yalandan örülü Batı ve Amerika eksenli tarih yerle bir olacak gibi duruyor. Yeter ki bizler, bu destanları bilimle iç içe okumaya devam edelim.
- Açıklama
Adi Parva 1.Kitap
“Bir yüzyıl boyunca doğmamış olan ben, annemin rahminde örtülerin altında saklanmış olarak Bhrigu soyuna mensup herkesin hatta doğmamış olanların yok edilirken attıkları çığlıkları duydum. İşte kalbimin öfkeyle dolduğu zamanlardı bunlar. Ne annem ve babam ne de hamile kadınlar ile soyumun mensuplarına hiç kimse yardım etmedi kurtulsunlar diye ölümden. Ve benim annem hiç kimsenin onları korumadığını bildiği için beni bu şekilde sakladı. Eğer yeryüzünde adaleti sağlayacak tek bir kişi olsaydı bu günahın işlenmesine hiç kimse cesaret etmeyecekti. Suç cezalandırılmazsa daha büyük bir suç işlenir. İşlenmiş bir suçu cezalandırmaya gücü olan bir adam, bir haksızlık olduğunu bildiği hâlde haklıyı savunmaz, suçluyu cezalandırmazsa aynı suçu işlemiş sayılır. Mademki babam ölürken onu kurtarmaya gücü olan kudretli krallar parmaklarını oynatmadılar, o zaman işlenmiş bu suça karşı öfkelenmiş olmaya ve onların sağlamadığı adaleti sağlamaya hakkım var. Ben yaratıcının kendisi olarak adaleti sağlamak üzere suçu işlemiş olanı yok etme hakkına sahibim!”
Sabha Parva 2.Kitap
Anonim olduğu konusunda bazı söylemler olsa da tüm dünya Bharata soyunun destansı hikâyesini, kendinden önceki ve sonraki zamanları bilme gücü kendisine verilmiş olan Krişna Vyasa Dvaipayana'nin yazdığı yüz bin beyitten oluşan Mahabharata anlatısıyla öğrendi.
Dünyada, kitap haline getirilmiş ilk destanı Mahabharata, Sanskrit dilinde (Sanskritçe) yazılmış olup on sekiz kitaplık bir dizidir. Ana kaynağından şiirsel anlatımına sadık kalarak Ayâsya tarafından yorumsuz çevrilmiştir.
Bu destan kendi içinde kendini oluşturan hikâyeleri ve bölümleriyle insanlığın döngüsünü anlatmaktadır.
“Maya, Krişna'nın bu isteğini duyunca kalbi heyecanla çarptı. Tanrıların göksel saraylarına denk bir sarayı yeryüzünde inşa edecek olmanın mutluluğu bir kenara, Kralların Kralı Yudhişthira'yı mutlu edecek bir hizmette bulunmak, zaten çok yüce bir görevdi.”
***
“Böylece onun benden istediği her şeyi yerine getirdim. Ancak Vidura, Draupadi'ye yapılanların Bharata soyunun yok edilmesi hükmünün verilmesine neden olduğunu söyledi.”
Vana Parva (1.Cilt) - 3. Kitap
…Kaderlerimiz biz henüz doğmamışken bellidir. Sergilediğimiz tüm davranışlar kaderimizin içine ekilen tohumlardır. Her şeyi kendinden yaratan ve tüm yarattıklarının sahibi olan, bizi tıpkı kuklacının iplere bağlı kuklalarını oynattığı gibi oynatıyor. Yarattığı her şeyin içine zuhur ediyor, tıpkı boşluğun her şeyin içinde baş göstermesi gibi. İşte bu nedenle yaratılmış olan her şey ona bağlıdır. Bu yüzden hepimiz gece gündüz ona ibadet ederiz. Yaratılmış hiçbir varlık kendinin efendisi değildir. Nasıl ki inciler ipe dizildiğinde ancak güzel bir kolye olur, nasıl ki bir öküzü burnuna takılan halkadan çekersin, nasıl ki kökleriyle yere sımsıkı tutunmuş bir ağaç fırtınada sağa sola savrulur ancak yerinden kopmaz, işte biz de kaderlerimizi tayin edenin emirlerini yerine getirerek yaşarız ve böylece anlam kazanır, yönümüzü bulur ve kaybolup gitmekten kurtuluruz. İnsan tüm evreni kaplayan en saf ruhun bir parçası olarak yaşamını sürdürür. Evrenin ruhun olan büyük yaratıcının arzusu doğrultusunda ya içinde ateşler yanan bu dünyaya geri geliriz ya da ebediyetle ödüllendiriliriz. Nasıl ki bir tutam saman rüzgârın karşısında tutunamaz ve esen yönde savrulur durur; insan da mutlak varlık sahibinin karşısında saklanamaz, tutunamaz ve her nereye isterse o yöne doğru hareket eder. Her şeyin içine zuhur eden, tüm davranışları ve düşünceleri kendinden yaratan ise evrenin kendisi olarak asla bir şekle sahip olmayan ve hiç değişmeden hep kalacak olandır.
Vana Parva (2.Cilt) - 3. Kitap
“Altı duyu organı içinde en tehlikelisidir düşünmek. Ne kelimelerinde ne davranışlarında, düşüncelerinde ne de kalplerinde günaha meyil etmeyenler; bedenlerini oruçla zayıflatıp nefislerini köreltenlerden daha fazla maddenin esaretinden kurtulup inzivadaymış gibi bir yaşam sürerler. Kendi türünden olanlara karşı kalbinde hiçbir merhamet taşımayan kişi isterse bedenini kutsal yazılarda yazdığı gibi temizlesin, hiçbir günahından kurtulamaz. Öfkeli ve merhametsiz bir kalp, hırs bataklığında debelenirken her defasında biraz daha batar dünya denilen maddenin içine. Kibir ve gururdan kör olmuş, açgözlü bir akıl, kalbin en büyük düşmanıdır. Bil ki kolay değildir etrafımızı saran bu maddeden kurtulmak. Varlığını erdemlerle süsleyen, tüm hayatı boyunca hayır işleyip sevap kazanan, kalabalıklar içinde olsa dahi inzivadaymış gibi bir hayat sürer. Konuşması gerekenden daha fazla konuşmayan, gereksiz yere sesini duyurmayan da öyle. Böyle biri tüm günahlarından arınmış olarak göğün kapılarından geçer. Kabul, oruç tutmak, et ve kandan meydana gelen madde, bedeni zayıflatır ve hatta hükümsüz kılar; ancak bu tek başına yeterli değildir yaşam boyu işlediğin tüm günahlarından kurtulmaya. Ne yaptığını bilmeden, kirli bir kalple ibadet eden sadece acı çeker çünkü bilir asla günahlarından kurtulamayacağını…
Bir insan duyu organlarının esaretinden kurtardığı aklını temizleyip onunla kalp evinin içine bakmayı başarırsa ne iyi ne de kötülükten ve bunların sonuçlarından etkilenmez. O, ruhu yeniden ait olana yaraşır şekilde parlayan kişi, en yüce olanın varlığını bilme haline erişir. Bu şekilde huzura ermiş ve temizlenmiş bir kalp, huzur içinde derin bir uykuya dalan ve çevresinde meydana gelen hiçbir şeyden etkilenemeyen biri gibidir. Kalbi saflık derecesine nail olmuş biri artık yaşamak için çok şeye ihtiyaç duymaz, kendinde tezahür eden yüce ruhun varlığı ile birleşir ve sabah akşam en yüce olanla hasbıhal eder. Görülemediği için bir şekli olmayan fakat tüm şekilleri kendi varlığında barındırdığı için tüm şekillerin kendisi olan yüce ruhu görür kalbindeki ışıkla. Ama bu mertebeye erişmek için, erdemin yolunu takip etmek için ve derin denizler kadar engin korku ve endişe denizini geçmek için insan açgözlülüğünü ve öfkesini yenmelidir…” MahabharataMarkandeya Samasya Parva/Vedânta Felsefesi
Virata Parva 4. Kitap
Destanlar; özellikleri itibarıyla aklımızın alamayacağı sayısız olağanüstü motiflerle süslenmiş, bir milletin karşılaşılan olaylara karşı verdiği tepkileri anlatır. Ancak bu kesinlikle uçan, kaçan, yok olan savaşçıların anlatıldığı “eğlencelik” bir yazım türü olduğu anlamına da gelmez. Destanlar kendi içlerinde sırlar barındırırlar. O dönemin toplumunun bildiği ve geleceğe aktarılması gereken sırlar.
Pisagor'dan çok önce MÖ 1.000 tarihinde yazıldığı artık kesinleşen Baudhayana Sutralar'da, 1,414215 olarak verilen ikinin karekökünün MÖ 3.150 yılındaki Kurukşetra Savaşı'nı anlatan Mahabharata'ya “Devasa Kuş Garuda” motifi ve 196 tuğladan inşa edilen “Kanatlarını açmış kartal şeklindeki sunak” ifadesi ile işlendiğini biliyor muyuz?
MÖ 500 yılında kitap hâline getirilen bir destanın içindeki bilgilerin, Baudhayana'dan çok daha önce, MÖ 3300 yılında kurulan Harappa Antik Kenti'yle başlayan İndus Vadisi Uygarlığı döneminde zaten bilindiği, yapılan kazılarda ortaya çıkartılan kanadını açmış kartal şeklindeki sunaklardan anlaşılmıştır. Ancak her zamanki gibi Batı bilimi, bu konuda suskun kalmaya ve bizi “kök yiyen” toplayıcı insan topluluklarından evrimleşmiş bir topluluk olduğumuza inandırmaya çalıyor. Pisagor'a atfedilen teoremler, ondan beş yüz yıl öncesine ait teoremler ve bugünümüzden üç bin yıl öncesine ait teoremler de aslında günümüzden beş bin üç yüz yıl öncesine ait. Biri MÖ 5.000 yılına ait (Ramayana) biri de MÖ 3.000 yılına ait (Mahabharata) destanları çevirmeye devam ettikçe yalandan örülü Batı ve Amerika eksenli tarih yerle bir olacak gibi duruyor. Yeter ki bizler, bu destanları bilimle iç içe okumaya devam edelim.
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.