Yedikıta Aylık Tarih ve Kültür Dergisi Sayı: 148 Aralık 2020
İnsan, zamanla doğar, yaşar ve ölür. Tarih, zamanla akar. İnsan da tarih de vakte ve vakti tayine muhtaçtır. Her şeyin bir vakti vardır ve vaktinde yapılan iş daha kıymetlidir. Zamanında ekilen tohumun iyi mahsul verdiği gibi. Vaktinde görülen vazifenin, sair zamanda yapılandan kat kat değerli olduğu gibi.
Zaman mefhumu ilk defa Cabir bin Hayyân (v.813) tarafından ilmî bir şekilde değerlendirilmişti. Ona göre zaman, mesafeler gibi bir mekân çizgisiydi. Ondan asırlar sonra bazı bilim insanları, zamanı, biyolojik olarak hayatta kalabilmemiz için kullandığımız enerjinin kalıbı olarak gördüler. O enerjiden istifade edemez hâle gelen nesneler, canlılar ise yok olurlar, ölürlerdi.
Bir gün yirmi dört saat midir, yoksa bin yıl mıdır? Bizim bulunduğumuz dilim ve mekânda bir günün yirmi dört saat olduğu malum. Fakat Rabbimiz nezdindeki bir gün, bizim bin yılımıza bedel. Zaman konusu, zamanın kendisi gibi çok boyutlu bir mesele.
Allâhü a'lem.
Bize düşen, dünyamız ve ebedî hayatımız için onu en iyi şekilde değerlendirmek ve “vakti nakdi ömr-i azizimizi israf etmemek.” Zira insanlar, esasında aziz olan ömrü ve vakti harcayıp nakit yani para kazanır. Sonra da o nakdi, ömrü için sarf eder. Dolayısıyla harcanan, özünde para değil, zamandır, ömürdür. Her ikisi de israfa da ihmale de gelmez.
Bu sayımızda, zamanı içine sığdırmaya çalıştığımız kalıplar olan saatleri ele aldık. Hayatî faaliyetler için vaktin tayinine duyulan ihtiyaçla başlayan “saat”in serencamı, Müslüman âlimler elinde müşahhas aletler olarak ilk numunelerini verdi. Ardından da asırlık tekâmüllerle saat, çarkların esaretinden de kurtulup bugünkü hâle büründü. Alaturkalıktan alafrangalığa geçişimiz çok daha önce olmuştu.
Şimdi ise mekanikten dijitale geçtik, geçiyoruz. Önemli olansa bu dönüşümde de geçmişimizle ve bizi biz yapan değerlerimizle irtibatı koruyabilmek.
İstifadeli okumalar dileriz.
- Açıklama
İnsan, zamanla doğar, yaşar ve ölür. Tarih, zamanla akar. İnsan da tarih de vakte ve vakti tayine muhtaçtır. Her şeyin bir vakti vardır ve vaktinde yapılan iş daha kıymetlidir. Zamanında ekilen tohumun iyi mahsul verdiği gibi. Vaktinde görülen vazifenin, sair zamanda yapılandan kat kat değerli olduğu gibi.
Zaman mefhumu ilk defa Cabir bin Hayyân (v.813) tarafından ilmî bir şekilde değerlendirilmişti. Ona göre zaman, mesafeler gibi bir mekân çizgisiydi. Ondan asırlar sonra bazı bilim insanları, zamanı, biyolojik olarak hayatta kalabilmemiz için kullandığımız enerjinin kalıbı olarak gördüler. O enerjiden istifade edemez hâle gelen nesneler, canlılar ise yok olurlar, ölürlerdi.
Bir gün yirmi dört saat midir, yoksa bin yıl mıdır? Bizim bulunduğumuz dilim ve mekânda bir günün yirmi dört saat olduğu malum. Fakat Rabbimiz nezdindeki bir gün, bizim bin yılımıza bedel. Zaman konusu, zamanın kendisi gibi çok boyutlu bir mesele.
Allâhü a'lem.
Bize düşen, dünyamız ve ebedî hayatımız için onu en iyi şekilde değerlendirmek ve “vakti nakdi ömr-i azizimizi israf etmemek.” Zira insanlar, esasında aziz olan ömrü ve vakti harcayıp nakit yani para kazanır. Sonra da o nakdi, ömrü için sarf eder. Dolayısıyla harcanan, özünde para değil, zamandır, ömürdür. Her ikisi de israfa da ihmale de gelmez.
Bu sayımızda, zamanı içine sığdırmaya çalıştığımız kalıplar olan saatleri ele aldık. Hayatî faaliyetler için vaktin tayinine duyulan ihtiyaçla başlayan “saat”in serencamı, Müslüman âlimler elinde müşahhas aletler olarak ilk numunelerini verdi. Ardından da asırlık tekâmüllerle saat, çarkların esaretinden de kurtulup bugünkü hâle büründü. Alaturkalıktan alafrangalığa geçişimiz çok daha önce olmuştu.
Şimdi ise mekanikten dijitale geçtik, geçiyoruz. Önemli olansa bu dönüşümde de geçmişimizle ve bizi biz yapan değerlerimizle irtibatı koruyabilmek.
İstifadeli okumalar dileriz.
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.